30 Haziran 2010 Çarşamba

Saçmayım belki ama, hislerim bu...

Yürüdüğümüz için bile şanslıyız. Gözlerimle gördüm engelli simitçinin bir el arabasıyla baş edemediğini.

Nefes alıyoruz ve kelebek değiliz. Tamam, belki yarın da ölebiliriz ama, iyisiyle kötüsüyle gülmedik mi geçmişte ?

Kaç defa kırdık yakınımızın kalbini? Her huzur istediğimizde koştuğumuz yakınlarımıza, en çok ne kadar küs kalabildik?

Acıdık elbet, düşen çocuğa, dizi kanayana, bisikletten düşene, dişi sallanana...

Bırakmadık yokluğumuzu en boş anımızda bile.. Sarılacak hep bir boşluk bulduk, hep bir başkasının boşluğunu doldurmakla övündük, gurur duyduk kendimizle...

Aradık bazen. Saatlerce, günlerce aradık... Bir masum yüz, bir sessiz dokunuş, ucu kırık bir kalem gibi kaldık hatta, kağıdın üzerinde değildik, bildiğin dışarılardaydık, sokaklarda.. Hemen yüzümüz düşmez miydi saate bakınca?

Neredeydi peki o yaptırdığı görkemli ev için övünen adam? Teşekkür edip etmediğini sordunuz mu işçilere, ustabaşına? Onun kadar nankör değil miydi yoksa, bakkala gitmemek için tepinen sokaklarda...

Bir arkadaşımızı özlerdik, bir de arkadaş kalabilmeyi istediklerimizi özlerdik yokluğumuzda...

Kimse yalan söylemesin! Kimse yüzünü sağa sola çevirmesin! Doğru konuşalım artık, kaçımız der ki "İçim acımadı" diye, biz acıdık diye bize üzülen annemize!

Çocuktuk, hatırlayın, maça gidenler bilir... Orada yaşamadınız mı mutluluğu topluca?

Yaşadık.

Bugün buna sevinelim.

İyi veya kötü yaşadık... Güzel veya çirkin öleceğiz...

AKLIMIZI DA BIRAKMASAK BİR YERLERDE...

Hiç yorum yok: