''Bilet alcam abi, beşi bir yerde, babam için yine çok gidicem'' dedim. Tamam dedi. Tabureyi gösterdi, oturdum bende.... Tatile çıkmadan bir kaç gün önceydi, geçen ay yani kısa bir 'baba' sitemimi dinledi O. O; sonra kendisi konuşmaya başladı.. Bu sıra bir Taksim otobüsü gitti... O kulubesinde caminin arka tarafında, bende kulube önünde taburedeyim. Ne olduğunu anlatmadan önce isterseniz 'kahraman'ı anlatalım.
1983 yılında bir kamyon kazasından sonra, yanlış teşhis sonucu sağ bacağı kesildi, şöförlükten oldu, karısından boşandı, oğulları var iki tane yadırgadılar babalarını, küçüğünü bilet satarak, misina takarak, kontür satarak okuttu. Evlendikten sonra 'beni bir daha arama baba' dedi. Aramadı o da. Hayatın zorluklarından bahsetti. Benim okumayı bırakıp çalışmak zorunda olduğumu biliyordu. Annemin hastalığından bahsetti. Babamın o ara ne zorluklarla annemi Avrupaya gönderdiğinden, bizim için ne kadar fedakarlık ettiğinden falan bahsetti... Normalde babasına ''of'' bile demeyen bir evladım ben, ama o gün ağzımdan kaçtı işte. Neyse; radyosunun yerini değişti kulubesinde, şarkı başladı sonra...
''Hani mutluluktu bu aşkın sonu,
Hani sevecektin bir ömür boyu...
Nasıl yaptın zalim sen bana bunu
Kader diyemezsin, sen kendin ettin'' Hiç unutmam yani... Neyse; babalığı, kendini, kazasını anlattı. Sonra yanlış teşhisten duyduğu üzüntüyü anlattı. Elinde bir küçük makas, misina kesiyor ve straforlara sarıyor hızlı hızlı, gözlerinin öyle tuhaf bir rengi var ki halka halka morlaşıyor dışarıya doğru... Gözlüğü burnunun ucunda iç çekiyor.
''Gökmen'' dedi. ''Aç olmasan ve bir evin olsa senin, herşey yolunda dermisin?'' dedi. Açık yüreklilik ile ''Hayır'' dedim. ''İşte bende abime bundan bahsettim'' dedi. Semtimizin üst taraflarında bir evi var iki katlı abisi ile ikisinin yarı yarıya ortaklar ve konuştuğum amcanın evi Kartal'da hergün dört araba ile gidip geliyor. Çektiği zorluklardan bahsederken böyle de dedi. Evi satmak istediğini, paraya ihtiyacı olduğunu, abisinin ise buna yanaşmadığını söyledi. Hatta insanın insanlar için yaptığı fedakarlığı anlatırken o 'hiç kimseye muhtaç olmayan adam' kendine de mahçup olmamak için gidişini gelişini anlattı.
''Gökmen'' dedi. ''Dört saat yol gidip geliyorum, hatta dün, ne oldu söylesem belki inanmazsın belki. En fazla 25 yaşında çocuk, ''Amca, sana yer verirdim ama çok yorgunum be'' dedi dedi.''
Hayretler içinde kaldım ben tabi. Bu arada iki otobüs daha gitti arka arkaya. ''Gitsene sen'' dedi, doğrulamadım bile.. kaldım öylece.
Sohbetlerimiz zaten uzun sürerdi, ama bu bir ayrı geçti, kısa zamana inanılmaz şeyler sığdırdı. Hele gözleri. Zorda kaldığımda aklıma gelir hala. O da benim babam gibi bir baba.. fedakarlıkları gerçekten çok büyük...
''Çok zekidir oğlum, benimle şimdi konuşmayan hani. Okumak istemiyorum dedi, zorladım bende burada görüyorsun beni, 20 senedir buralısın, 15 senedir herşeyin farkındasın, beni de bilirsin az çok...'' dedi.
Dersaneye göndermiş o hali ile onu anlattı, sabahladığı günleri anlattı, kulubeyi kapadığında akşamları Kartal'da ayakkabıcı arkadaşı ile çalışırmış.. sabahlarmış bazen... sırf okutmak için çocuklarını.
''Küçük ÖSS'de yük olmamak için tutturduğu okula gitmedi, açık okudu çalıştı.. 4 senelik bitirdi, işini eline aldı, beni bir daha aramadı'' dedi. Gelin de aynıymış, ee kendi oğlu öyle olursa.. 'el kızı' ne yapsın ?
Buna ve bunlara dair şeyler konuştuk.. uzun uzun düşündüm bende..
Hayatın ucuzluğu mu desem, ölümün yakınlığı mı, yaşamanın ustalığı mı desem, kaderin yanlızlığı mı.... Otobüse bindim, yüzlerce şey zihnimde geziniyo, 10 dakika ileride de yanlış tehşis ile bacağını kestikleri hastane
tam önünde bir simitçi çocuk var.. tek eli ile tuttu arabayı, ayağının teki ile tekere bastı, diğeri ile yarım bir kaldırım taşını o bastığı tekerin önüne koyup ayaklarını çekti.... Ne kolay değil mi ? Değil işte !
Bugün gittim görmeye, ne kulube ne kendisi... Umarım kulubesine bir yarım kaldırım taşı çekmeye çalışmadı o değneklerle... çünkü kime sorsam, bilmiyor O'na ne olduğunu !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder