Kızıl dumanlı, sarkık kollu gecelerden birisiydi. Taksim dönüşü gayet yorgun ve uykusuzluğunu sırtına almış bir adamdım. İstiklal'in başlarına yaklaştığımda yaşamaktan çok sıkıldığımı farkettim.
Sonra hapşurdum... Günlerdir çektiğim, sabahları pijamamın koluna sildiğim burnum, hapşuruğumu tutmak için zorlandığımda resmen basınç komasına girdi. İşte o an, yirmi senedir atması için herşeyi yaptığım kalbimden vazgeçtim ben... Bir an için gözlerimi kapadım, gördüklerim çok güzeldi gerçekten... Bir duvara yaslanmışım, burnumdan ve ağzımdan kanlar boşalıyor. Ambulanslarda Sezen Aksu çalıyor, hiç siren duymuyorum. O an yalvarıyorum Allah'a hayatımda gördüğüm güzel anları gözümün önüne getirsin diye, yapmıyor. Belki de kendisine kızgın olduğum için. Suratımı asıyorum, yağmur başlıyor...
Belkide o bi kaç damla kendime gelebilmem için yapılmıştı özel olarak...
Etrafıma bakınırken ''özel'' sıfatını barındırabilecek birşeyler görmek istedim. Bir fahişenin yanına gittim. Hiç çekinmedim bu sefer. Çünkü ne olduğunu saklayan insanlardan daha ''onurlu'' geldiler gözüme...
''Kan'' düşündüm, sordum kendisine; ''Nasılsın bugün ?'' yüzüne baktım, gözlerinde ve bembeyaz teninde polis arabalarının sirenlerini gördüm. O ritme uygun şekilde baktı gözlerime, ''Hayat işte...'' dedi. Bir sigara uzattı, aldım, o yaktı; bir nefes çekip kızaran ucuna baktım. Küllerine de o.
Bitirdik sigaralarımızı, tahta binadan içeriye girdik. Tahta, geniş ama fazlasıyla kıvrımlı eskimiş vernikli merdivenlerden hayattan öcümüzü alır gibi sert sert basarak çıkıp bir odaya geçtik.
Yatağa oturdum ve sırt çantamdan bir şişe şarap çıkarttım. Yarımdan biraz fazla vardı, ilk o davrandı ben ağzıma götüremeden. ''Nasılsın..?'' dedim sanki ilk gibi. ''Herkesinki gibi bir hayat işte..'' dedi.
O sıra kalkmış ve pencereye yürüyordum. Herkes fahişeydi gözümde. Arkamdaki kadın sevgilim. Gece lambası yandıktan sonra bir de kibrit sesi duydum çekmecenin kapanma sesi arkasından. Yaktı, baktı, kokladı, konuştu... ''Uyursun, en güzel yerinde uykunun kapı çalınır, bilirsin değil mi ? Ben öyleyim anam işte !'' dedi. Nefes... Nefes... Nefes... ''Son treni kaçırdım ben çoktan'' dedi. ''Nedir ki son tren ?'' dedim. ''Cennet'' dedi.
Cennetin varlığına inanıp inanmadığımı sorgulayıp, cennetin ve cehennemin bu hayatta yaşandığını içimde teyit ettikten sonra döndüm hayatıma tekrardan...
Camın önündeyim, arkamdan sardığı elleriyle yeşil gömleğimin düğmelerini açmaya başladı. Elini tuttum, sustuk... Saçlarımı kokladı. Harikaydı. Yoktu o güne kadar böyle bişey...
Sezen'i düşündüm. Hayatımın kadını ! ''.. Ben senin gözlerinin, yalan dolan bakışlarını bile sevdim... Ben sana bir annenin, evladına duyduğu hisleri besledim... Ben senin bal gözlerinde dört kısa günde bilsen neler neler gördüm...'' İçimden şarkılar gidenin gelenin boş durmadığı sabaha karşı doğal olarak grileşen otogarlar gibiydi. Gözlerimiz hep uykulu, hisler uykusuzluktan sızmış, kanlar dolusu kusarak ölmek istiyorum... O gece bişey olmadı... Sarıldık uyuduk. Sabah parasını gece lambasının anahtarının altına koydum, giyindim, çıkarken duydu sesimi... ''Bana bir şey daha öğretebilir misin?'' dedim.
Perdeden gelen ışık parçalarının eklemleri yüzünde dağılıyordu. Hüzün katıyordu. ''Gerçek fahişelerden asla korkma, olur mu ?'' dedi. Kapıyı arkamdan kapattığı andan itibaren Sezen Aksu hariç, milyonlarca fahişenin arasına bıraktı beni. Yürüdüm. Üşüdüm.
1 yorum:
Currently it looks like Movable Tyρе is thе preferгed blogging platform available rіght now.
(from what I've read) Is that what you are using on your blog?
Here is my web-site ... http://www.facebook.com/SeoPressorV5
my page: seopressor version5
Yorum Gönder