21 Kasım 2008 Cuma

Gitar, Gramafon, Bülent Ortaçgil, Sahneler, Teoman...


Öyleydi ki, düşünüp şekillendirmeye çalışıyorum, çok başarısızım, bilmiyorum size nasıl anlatabilirim. En azından anlatmaya çalışcam.
...
Okuldayım, ilk günler daha kimsesizler gibiyi
m, yazamıyorum, çizemiyorum, konuşamıyorum... O kadar garip ki herşey, ilk kez doğmuş biri gibiyim, ya da doğar doğmaz üniversiteden başlamış gibi (kulağa hoş geliyor evet). Sonra çay aldım bir bardak (sonrası Türk filmi gibi) yavaş adımlarla geniş merdivenleri çıkıyorum sadece önüme serili merdivenlere bakarak... Kafamı bir kaldırdım! 100 sene cehennemde yanmış, günahları ödenmiş adamlar gibi oldum! Cennet gözlerimin önüne geldi önüne! Ne böyle bir yüz! Ne böyle bir ifade! Ne böyle saçlar! Ne böyle gözler..! Ellerim titredi, göz kapaklarım hafifledi, biyolojim değişti o an eminim. İnsaniyet duygularımdan birisi çalıştı tekrardan... Gözbebeklerinde kendimi gördüm kendimi! O derece yakındım, bakışıyorduk... O çıkıyordu, ben iniyordum. Parmak uçlarım ısındı ama çayı tutan elimi değiştirmek bile aklımdan geçmedi. Sonra o günlerin, 'çekilirken kaymış' fotokopileri gibiydi, ne tam öyleydi ne de azı. ''Öyle'' olmadı daha.
...
Geziyorum ediyorum sağda solda, sadece o bakışları hatırlıyorum. Adı veya kendi geçince de boş tiyatro sahneleri, Bülent Ortaçgil gitarı, Teoman'ın sesi, Murathan Mungan şiirleri, taş plaklar ve İsmet İnönü'nün evinde kızının bize çaldığı gramafonun sesi...

Her saat çaldığında üzülüyorum böyle.
Bilmem anlatabildim mi..?

Hiç yorum yok: