28 Ağustos 2009 Cuma

Kocatepe 2

İhtiyar bayırın memleketindeydik. Yorucu ama güzel geçen bir günün ardından uyumuştuk. Yoğun bir program vardı. Mustafa Kemal'in 1937 yılında ''sembol'' dediği ''Utku Anıtı'' ziyareti vardı. Gerçekten anlamlıydı. Şekil olarak, duruş olarak gerçekten de Büyük Taaruz'u anlamlandıran harika bir çalışma yapılmıştı. Resimlerde umarım paylaşabilirim.

İkinci parti olarak, valilik konağı olarak yapılan fakat Büyük Taaruz'un planlandığı, bugünkü adıyla Zafer Müzesi'ne gittik. Atatürk'ün ve silah arkadaşlarının kaldıkları yerleri gördük. Çok fazla kalamadık. Çünkü Karahisar Kalesi'ne çıkacaktık...

Aceleye gelen müze ziyaretinden sonra 500 küsür basamaklı, hayli yüksek rakımlı kaleye çıktık Umutla. Bir kerede çıktık dinlenmeden, koşarak da geri indik. Yorucuydu fakat gerçekten çıkılması gereken bir yer. Tarihi anlamı olsun, manzarası olsun gerçekten harikaydı. Bu arada kaleye tırmanırken Afyon'un tarihi evleri arasından geçiyorsunuz. Gerçekten kayde değer binalar, yapılar, camiler, minarler gördük. Umut'umun mimar olması bir şanstı benim için. Bir mimarla gezmenizi tavsiye ederim. Ayrıca az önce araştırdım ki, Karahisar Kalesi 226 metreymiş.

Kale ve genel olarak Afyon gezisinden sonra Dumlupınar şehitliğine çıktık. Tüyler ürpertici harika bir yerdi. Şehitlerimizi andık.

Umuyorum ki bugünlerde askere düşman olan gazeteler, yazarlar, aydınlar da aynı duyguları bir gün yaşayıp tecrübe etme fırsatı bulurlar.
Şehitlik mertebesi kadar büyük bir mertebe olmadığını anlıyor insan. Hem bunu anlamak için yorulmaya gerek yok...
Gezerken gördüğünüz mezar taşları üzerindeki yaşları 8, 15, 20, 21 olarak gördüğünüzde zaten içinizden bişeyler kopuyor ister istemez.. Tam hayatı öğrenecek, bir kız eli tutmamış, belki okuma yazma bilmeyen, belki babası öldüğü için tarlalarda annesi ile terleyip burnundan ter düşen çocuklardandı onlar... Sabaha karşı, sırtlarında topları çektiği halatların izleri vardı öldüklerinde belki de... Çanakkale'de 275 kiloluk top mermisini 4 kez tek başına kaldıran Şehit Seyit Onbaşı'nın kemiklerinin kırılma seslerini duydular... Kendilerini, arkadaşları aşabilsin diye öleceğini anladıktan sonra tellerin üzerine bırakan ''çocuklardandı'' onlar... Düşmanı yenmek için arkadaşının üzerine basanlar da onlardı... Bir dava için, bir davanın peşinde... Minnet ve şükranla andık onları.. Allah mekanlarını cennet etsin... Biliyoruz ki, Mustafa Kemal'in dediği gibi ''Şehitler ölmez, onların ruhları öldükleri yerin etrafında uçar... Uçuyordu, emin olunuz...

O günün akşamında konferans vardı. Neşe Özden, yeni profesör olmuş ''gerçek bir cumhuriyet bayanı'' sıfatıyla, örnek teşkil ediyordu her hareketi ile. Harika bir sunum yaptı. Tarihten, günümüzden...

1 saat sonra da Ahmet Necdet Sezer Kapmüsü'nde Gala Yemeğine katıldık. Müzikli ve çok eğlenceliydi.. Umut bir arkadaşını aradı. O geldi bizi aldı. Güzel bir Afyon gecesi yaşadıktan sonra meşhur Afyon sucuk döneri ile kapadık günü.

Sonrayurtlara döndük ve uyuduk... Yine müthiş bir gün yaşadık...

27 Ağustos 2009 Perşembe

Kocatepe 1

**Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır. Ne ağaç, ne kuş sesi, ne toprak kokusu vardır.. Gündüz güneşin, gece yıldızların altında kayalardır... Üstad'ın bu şiiri ile düştük yollara. Sırtımızda çantalar, yüreğimizde vatan sevgisi, aklımızda Atatürk! 22 Ağustos gecesi saat 2 de otobüsümüz hareket etti. Sabah 12 ile öğlen 2 arası Ankara Garı AŞTİ önünde buluşacaktık diğer üniversite öğrencileriyle.. Otobüslerimiz geldi, yola koyulduk.

Yeni yeni arkadaşlar edindim her yaştan. En başta Mine abla ve sonra da Merve. Gerçekten iki süper insan. Hiç yabancılık çekmedik. Merve rehberdi, Mine abla da Antalya Dağcılar Klübünden gelmiş 50 yaşında ama 18'lik delikanlı gibi duruyordu. Kıyafetlerimizi, yemeklerimizi, dostluğumuzu paylaştık.

14:30-16:30 arasında Mustafa Kemal'i kabri başında ziyaret ettik, dualar ettik. Tişörtlerimizi giyinmiştik Afyon Kocatepe Üniversitesinin verdiği. Saygımızı, sevgimizi, en önemlisi şükranlarımızı sunduk Ata'mıza! Güzel arkadaşlıklarla kol kola ayrıldık huzrundan ve Afyon'a geçmek üzere yola çıktık.

Akşam vardık, akşam yemeği yedikten sonra serbesttik ve içimizdeki Galatasaray aşkına dayanamayarak şehir merkezine otostop çektik. Galatasaray-Kayserispor maçını izledik, gittiğimize de değdi gerçekten. Takım da süperdi goller de öyle!

Geceleyin döndük. Uyuduk falan... Ertesi gün 8'de uyanmak zorundaydık...
Yorgunduk ama keyifliydik.
Ertesi günün süper olacağı umuduyla uykuya daldık...

Kocatepe 0

Afyon Kocatepe yürüşünü bitirdik. Herşey çok çok güzeldi. 3 parti ayrı ayrı yazmak istiyorum. Hatta ulaştığım an resim yayınlamak bi kaç tane.
Görüşürüz.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Canım annem, iyi ki varsın..

Koşarken ben elinde havlu ile koşardı ve durdurur durdurmaz sırtıma koyardı, ''üşütme oğlum'' derdi...
Hayatımın en zor sınavlarına girerken hep yanımdaydı... Telaş ile gururun yüzde nasıl bir ifade bıraktığını görmek için uzun uzun izlerdim onu...
''Kötüyüm anneciğim'' desem, beş dakika sonra elinde bir fincan ıhlamurla gelir, ''iç düzelirsin'' der, ''akşam ne yemek istersin'' derdi...
Dişim bile ağrısa ölmek isterdim... Kendimi koltuklardan koltuklara atardım, elim çenemde sızlanırdım... Üzülürdü ama dayanamazdım ki ben, ne yapayim...
Babam da öyleymiş... Ben hatırlamam ama bir gün yürüteçten düşmüşüm ve babam o hırsla bahçede elli parçaya ayırmış yürüteci... Sigara dumanından, isten, çok sıcaktan, aşırı soğuktan... Kısa mesafeler arası taksilerin güvenli arka koltuklarında geçmiş büyüme çağım...
Formalar, balonlar, marşlar, şampiyonluklar içinde ''sarı-kırmızı'' geçmiş çocukluğum, ergenliğim, gençliğim...
Ama bir gün gelmişti, herkes susmuştu... Bir acı vardı, dayanılmaz bişeydi... Ananemler, teyzemler, babam, annem, kardeşim herkes susuyordu...
Ben dişim ağrıdığında ölmek istiyordum, annem o acıların kat kat büyükleri ile karşı kaşıya kalmıştı... Ameliyatlar, sancılar, üzüntüler, yarım kalan mutluluklar... En mutlu anında filmin kaderini değiştiren bir olay olmuştu yani...
Dişlerimi düşünüyordum, bir de sol dizimde hala izi duran yarayı... Bu onlar gibi değildi...
Öpüyordum annemi... Onun beni öptüğü gibi... Babam hasta olmadı ama yol arkadaşıyla paylaşmaktan hasta kadar olmuştu belki... Hepimizin omzunda bir yük vardı, en büyüğü belki babamdaydı annemden sonra...
Sonra ben zatürre oldum, ''bir gün gecikseydiniz vereme dönermiş'' dedi doktor.. Annem benden daha çok korktu. Bebekliğime dönmüş gibiydim.. Her istediğim oluyordu... Bu beni mutlu etmiyordu, aksine sağa-sola sirkeli bezlerle koşan ve ilacımı dakika geçmesin diye başımda duran annem yüzünden mutsuz ediyordu... O da geçti.

Geçen gün hasta oldum yine, bütün gece sayıkladım ve titredim. Yataktan da kalkamadım, annemin uykusunu bölmek de istemedim... Ateşim 41 dereceye kadar çıktı!
Tüm hücrelerime kadar yanıyordum ama üşüyordu bir yandan tüm bedenim... Yine geldi sihirli elleriyle yanıma, dikildi başımda, beni izledi, ilaçlarımı verdi, ıhlamur yaptı, elleriyle çorba içirdi...
''Saf'' sevgisinden sunarak hemde...

O yüzden en güzel sevgiyi hakediyordu o kadın... Annem yani... Onun yaşadıklarının belki de yüzde 1'ini yaşadım ama dayanamıyordum... Başımı yastıktan kaldıramadığım her an ''annemin yanında olabildim mi'' dedim kendi kendime... Küçüktüm, o yüzden ''denedim'' dedim en azından...

Şimdi biraz daha doğruldum, o da akşam alışverişine çıktı... İçimden geldi yazıyorum... Hayatımın kadınısın annem benim...

Oğlun, Gökmen...

6 Ağustos 2009 Perşembe

İyi değilim bugün...

Gerçekten iyi değilim.

Şiire bile yeniden başladım. Tuhaf tuhaf imgelerden, hayallerden, düzlüklerden, tümseklerden, yalnızlıktan, acıdan, aşktan, yokoluştan... İmgeler dizmişler yollarıma..

Kullanıyorum!

Şiire başladım diyorum şiire! Gerçekten iyi değilim!..