30 Haziran 2009 Salı

Günler Anatomisinin Parçacığı 1

Bugün bir kedinin hayatını kurtardım. Geldi atladı arabanın önüne Rumeli Kavağı yolunun en ıssız yerinde ki ben önde oturuyodum ve 'haaaaaayyyyyttttt' diye bağırdım devamına 'kaç ulaaaaaaaaannn' dedim, zor attı kendini adi nankör hayvan. Arkadaşlarım ilk olarak görmediler arabadaki konumlarından dolayı o yüzden hepsinin odak noktası oldum birden ve 'sakin olun' dedim, 'benim çığlığıma kaçtı gitti' akşam akşam kedi katili olmadık yani. Bu gece olan bişeydi, yaşandı gitti.

Gündüz okula gittim bebeğimin sınavı vardı ona destek oldum, öğlen Zekeriyaköy'e çıktım ki Zekeriya'dan sonra neden 'köy' geldiğini anladım. Yok böyle bi yer!

Sonra oradan yuvama döndüm, ağır misafir oradaydı, yemeğe çıkarttım onu. Çatal sağda bıçak solda güzel bi yemek yedik mis gibi. Ben ayran içtim o vişne suyu içti. Mevsim salatası da yedik. Sonra evine bıraktım misafiri ve geceleyin de işte dediğim gibi bir Rumeli Hisarı macerası oldu kısacık. Döndük ordan Burger King ve yemek-içmek... Az önce eve geldim. Otobüste uyuduğum güzel uykuyu tekrarlamam için gözlerim tarafından yoğun bir psikolojik baskı var. Az sonra yatarım heralde ve burdan bir de sivri sineklere seslenmek istiyorum 'lan şerefsizler! Bu yaşıma kadar dokunmadınız, şimdi mi tadıma vardınız itler! Umarım bir sinek arabası gazında geberirsiniz!' ----

Yine esnedim, sanırım birazdan uyuya kalab...

24 Haziran 2009 Çarşamba

Türk adaleti ve Hüseyin Üzmez

Kafayı yemek üzereyim. Gazetecilik okuyacak bir öğrenci olmaman öte, insanlığımdan utandıran bir olay bu gördüğüm... 14 yaşındaki kıza tecavüz eden ''gazeteci'' Hüseyin Üzmez, yaptıkları yetmez gibi saçmalamaya devam ediyor. Aslında dava sonrasında arabayla onu almaya gelebilecek kadar midesiz olan karısı ile kapatılıp cezasını çekebilirmiş...
Tabiki bu olaya daha önceden çok kızdım ve hatta kin kustum tam anlamıyla... Biz de kardeşleri olan adamız. Bizim de çevremiz var, duyarlılıklarımız var... Adli tıp'ta B.Ç'ye ''ruh sağlığı bozulmamıştır'' raporu veren heyetinkinden farklı bir duyarlılık bu... Son okuduğum haber şu bu konu ile ilgili olarak, aynen yazıyorum.. ''.... Hapisanesinde tutuklu bulunduğu sırada el yazısı ile yazdığı kendisini yargılayan hakim ve savcılara övgü dolu mektuplar yazmış. Üzmez, mektuplarında savcı ve hakimere ''nur yüzlü, yakışıklı, nurlu'' gibi sıfatlarla bezeli olan komplimanlar kullanarak ve onlara dua edeceğini söylüyor terfileri için...
Buraya kadar okudunuz, acaba sonunu merak ediyor musunuz nasıl bitmiş? ´´Yaşlı ve hasta Hüseyin Üzmez´´....

Utandım!

23 Haziran 2009 Salı

Virgül

Bazen, an olur, gözlerim dumanlanıyor böyle... Küçücük hayatım virgül gibi iki büklüm önümde ve virgülden sonra devam edemiyorum... Hayatın zorluklarına hiç alışamadım. Olmadı. Hep çocuktum, büyümeyi reddetmekten yoruldum, diz çöktüm, yorgun düştüm... Virgül gibiyim şimdi kendi önümde iki büklüm... Beklentiler, yaptıklarım, uçurumlar, pişmanlıklar, yanlış verilen örnekler... Tam ikiye bölündü hayatım ortadan... Bir yanım yaprak döker, bir yanım bahar bahçe aynı Sabahattin Ali'nin dediği gibi... Olmasın böyle tanrım... Üç nokta koymaktan bile sıkıldım ´´umut`` göstergesi düşündüğüm için...

16 Haziran 2009 Salı

Yamuk Ağızlı ve Annesi

Şimdi şöyle bişey, bazı insanlara gıcık oluyorum, adını, soyadını, sıfatını bilmeme gerek yok. Otobüste bir tane vardı, ana-kız binmişler. İki eğri ağızlı yavşak kadın. Kitap okuyorum, trafik inanılmaz yoğun... Annesine büyüttüğü kıçından bahsediyo ``benim oturmam lazım, doktor varislerim için demiştiiiii´´ diyor, annesi ise katılıyor (bravo anne) ``benim de oturmam lazım, bana da söylemişti´´derken ağlayacak gibi... Ama o da ne, kız birden saf değiştiriyor ve ağzından şu sözler dökülüyor ``sana öyle demedi anneee, bana dedi onu´´ diyor. ''Biri yer verirse ikimize de versin'' hesabı bu. Az zaman geçiyor, kırmızılı ve morlu olarak adlandırdığım iki çocuktan kırmızılı olan kalkıp yer veriyor (ne yaptın kırmızılı) yine bir müddet sonra dayanamayan yamuk ağızlı, koca kıçını en az kendi kıçı kadar geniş olan annesinin dizlerine emanet ediyor. Bu hareket bir dayanışmadan çok, ayıplanacak bişey oluyor ve az sonra ''pat'' diye oturduğu kucaktan ''hop'' diye iniyor yamuk ağızlı. İlerliyoruz. Hafta sonu Bodrum'a kaçmalar, en yakın arkadaşlarının arabası, otobüsün ter kokması (ki kimse de gelip ''beğenmiyorsan siktir'' demedi), utangaç arkadaşının düğündeki azımsanmayacak kadar kaçamak hareketleri bir saati aşkın bir süre ile kulaklarımızı tizden tizden aşındırıyor. Evet, otobüste bu ana-kıza olan nefret gittikçe büyüyor. Sonra kız inmek için butona basıyor ama inmeden açılıp kapanan kapıya mal mal bakıyor. Herkes de kapının neden açılıp kapanmasını istediğini merakla düşündüğü için yamuk ağızlıya. Yamuk ağızlı 28 yaşında ve bekarlığın sultanlık olduğunu annesine söylüyor. Annesi onaylıyor ``ama artık bir kısmet kaçırmamalı´´ diyor. Yamuk ağzılı bozuldu! Ne yapacağını bilemediğinden rayban gözlüğünün camını kazırcasına siliyor ve 5 dakikalık siniri 500 milyon liralık gözlükten çıkarıyor (annenin bu hareketi otobüste takdir topladı). İstanbul trafiğinde yavaş yavaş ilerleyen otobüsümüz Bebek mevkiine geldiğinde yamuk ağızlı ve annesinin hareketlendiğini görüyoruz! Otobüste heyecan var! Evet! Büyük ikili otobüsten kıçını kırıta kırıta iniyor! Yanıma oturan yaşlı amca belki de benim içimden geçirdiğimi düşünerek söze yüksek perdeden giriş yapıyor ``oh! Çok şükür siktir olup gittiler´´ diyor, otobüsten bu hareket tam puan alıyor! Bravo yaşlı amca...

14 Haziran 2009 Pazar

Sosyopatalog

Sosyopatlarla dolu bir şehirde iki elim kanlı geziyorum.
Can yakan bir acılar dizini, gözlerim dolu, kıyafetlerim yırtık...
Olabildiğince sessizim, Charles Westmoreland gibi durgunum;
Yeni doğan bir tay gibi koşmak istese de kalbim...

Gökmen..

10 Haziran 2009 Çarşamba

Offff!

İnsan bir gün içinde bile binlerce şey öğrenebilir. Son bir kaç aydır öğrendiğim şeyler onbinleri buldu sanırım abartısız. Övünmek için söylemiyorum, ki zaten övünülecek bişey değil, yaşımdan daha olgun olduğum bir gerçek. Ama bazen ele avuca sığmayan bir çocuk da olabiliyorum hala daha. Bu arada, öğrendiğim en önemli şey ise hayatta ailenin en önemli şey olduğu. Beş ay annemle konuşmadım fakat babamla aram iyidi. Şimdi annemle barıştım ama çok büyük bir kavgalarından sonra babamla destek olmak amacıyla... ``Mutlu musun?´´ diye sorulsa, sanmıyorum içten içe mutluyum ama içten içe olan mutluluk içimin öyle küçük bir yerinde sönmemek için çırpınıyor ki anlatamam... Şu an annemin arkadaşı yanında içerdeler. Ona az önce, ''ne kadar kızdıysam artık, kendi saçlarımı öyle çekmişim ki dört gün oldu acıyor hala'' dedi. Ben içimdeki küçük mutluluğa sarıldım sessiz sedasız... O mutlulukla bişeyler yapmak istiyorum ama çıkılmış yolların yarısından dönmenin verdiği üzüntü ile kalıyorum öylece. Yaz okuluna büyük ihtimal kaldım. Büyük ihtimal pahalı olacak... Gitmek istiyorum ama sınırları ''fazlasıyla'' zorladığımın farkındayım.
Yemek bile yemiyorum halbuki dışarda, küçük küçük paralar koyuyorum kenara. Kredi kartı borcum var, okul desen taksitler ve şimdi yaz okulu işi çıktı. Yazın bir hafta da olsa ''yüzebilmek'' istiyorum... Hayaller arası uçurumlar bunlar. Hem de burnumun dibinde beni üzen şeyler ne yazık ki... Gülesim var şu an, sonra da... Hep gülesim var. Yavşak gibi kalıyorum ama bir yerden sonra.. Allah hoşuna gittiği gibi davranmaya devam ediyor her zamanki gibi... Daha dün uyudum sorunlarımı düşünerek, gece gördüğüm rüyada bir adam geldi ne dedi biliyor musunuz? ''Çok beklersin!''
-Not: Kız arkadaşım mesaj atmış, kontürüm bitti evden ara diye... Ahizeyi kaldırdım; ''telefonunuz borcundan dolayı....'' falan filan...

9 Haziran 2009 Salı

Gazoz versem içer misin?

Teyzemle karşılıklı oturduk, o balık ayıklıyordu bende masa üzerindeki örtünün üzerindeki çiçeklerin yapraklarını tükenmez kalemin ucu ile sayıp sayıp yüzden sonra geri dönüyordum. ''Teyze be, bu hayat yaşanır mı'' dedim gazozlarımızı bardağa konarken. ''Gazozlar bile çok değişti'' diyerek farklı bir açıdan girdikten sonra sinemada leblebi ile içtikleri sinema gazozlarını anlattı. ''Kola falan yalan oğlum'' dedi. ''Gazoz en kral içecektir, bunu aklına sok'' dedi. Sanki kolayı yapan adamdım gözünde. Gazozdan başka bişey demiyor, ayıkladığı balıkların kılçıklarını kırarcasına hareket ediyor, insanın ona duyduğu güveni kusursuz bir şekilde zedeliyordu. Gazoz yüzünden katil olabilir, banka soyabilir, çocuk kaçırabilirdi. Bardağı ağzına götürdüğünde ''canım gazozum, güzel gazozum, ooohhh'' demesi tahminlerimi güçlendiriyordu. Salataayı zorla karıştırmaya kalktıktan 3 dakika kadar sonra teyzem tabakları elime tutuşturup, çok sevdiği gazozu koruyan şişeye sıkı sıkı sarılı geliyordu. Dünya kupası kaldıran Ronaldo gibi terliydi ve elindeki kupa ile gurur duyuyordu sanki elindeki şişeyle. 90 kilodan fazlaydı kesinlikle. yemesini durduran şey sadece ''gazoza bir uzanıver, gazoz nerede, kızım gazozu masanın altına koyma'' sözleriydi. Ben de masada gazozdan başka bişey konuşulması için, ''bakın buralar eskiden halk pazarıydı, bütün halk buradaydı'' dedim. Orta yaş üstü kadınların gülebileceği harika bir espriydi ve annemle teyzemi güldürebildim. Masadaki diğerleri, işte kuzenlerim kardeşim falan hep birlikte güldük. Sonra bende teyzeleştim, ''gazoz gibisi yok, hadi şerefe yapalım'' dedim, ilk kadeh kaldıran tabiiki teyzemdi. Teyzemi o an yazmak istedim işte. Yazıyorum da şu an. Ve aynı anda yemekten sonra koyacağı çay için neler söyleyeceği konusunda fikir yürütüyor, Karadeniz bölgesini nesi ile övmeye başladıktan sonra çaya geleceğini merak ediyor, kaç bardak içeceği hakkında öngörüde bulunmaya çalışıyordum. Fakat olmuyordu. Teyzemin bugün bir şişe gazoz yerine bişey koyamadığını görüyordum. Eniştem açısından olayı değerlendirmek istediğim için onun gelip masaya oturmasını bekliyordum. Eniştem nötr davranıyor, gazoz ile içli dışlı olmak istemediğini anlatıyordu. Zaten sarhoş gelmişti. Tekirdağ rakısından iyi bir içecek yoktu onun için. Neyse işte, bütün gün kafa patlattım, tezler çürüttüm, anti-tezler hazırladım, en sonunda mutfak balkonunda işi çözmeyi başardım. 6'lı bir pakette üzerinde ''promasyon'' yazan gazozları kuzu gibi yatarken gördüm. Gazozların neden bu kadar güzel olduğunu da anladım. Hemen şortumun cebinden Cevahir'de 2 kızın ayrı ayrı elime tutuşturduğu iki paket sakızdan birisini alarak balkona, olay mahalline döndüm. Herkes yemeğini yemiş çayını içmişti. ''En güzel sakız bu sakız, başkası yalan lan!'' dedim. Diğer paketin sağlam kıçına güvenerek dağıttım bir paket sakızı boş bakışlar arasında...

7 Haziran 2009 Pazar

Tahir ile Zühre

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.


Nazım Hikmet

bıyk

Az önce arkadaşı geçirdim Beşiktaş'ta Alkım'ın önüne kadar.. Bir bayan vardı, tezgahta 10 liralık gözlüklere bakıyor, etrafında kim varsa ''yakıştı mı'' diye soruyor. Üstelik bu 'nasıl olmuş' sorusunu 'ya öteki, şunu da deneyim mi' diyor ve 'yakıştı' diyenlere neden diyerek övülmek istiyor. Bende sonra orda bi pastaneye gittim zeytinli açma almak için aldım, gazete tezgahı önünde oyalandıktan sonra eve koyuldum ve karşı kaldırımdan, uzaktan yakına geldiğini kesinlikle hissettiren bir ''aaaaaaa nedeeeeeeeen!!'' sorusuydu... Yemin ederim anladım gözlük soran teyze olduğunu... üztelik gözlük almamıştı. Sabır dileyerek devam ettim.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Nazım Hikmet!

Biz şiirlerle büyüdük.. Şarkılarla dertler anlattık.. Doğudan batıya koşa koşa geldik asırlarca... Türkülerle ağladık, destanlarla güldük... Sevdik.. Üzüldük... Acı çektik.. Bazen sürüldük, öldürüldük bazen... Dağ gibi kara yağız delikanlılardık... Dünya hiç birimize bişey vermemişti... Bir kız eli tutamadan öldürüldük, öldük, katledildik..
Bugün 3 Haziran, ölmüştük yine bugün.. Toprağımızdan uzak, dizelerden uzak, sessiz sakin öldük evet.. Nazım Usta ''bugün'' ölmüştü 63'te.. Bugün... bugün olmasa da yaşıyoruz.. Uyarına gelirse, bir çınar da biz istiyoruz!