8 Ocak 2014 Çarşamba

Hadi kalk gel; en iyi dostum

En yakın arkadaşım oldu yıllarca. Bir gün, sahilde bir balıkçıdan dayak yerken tanıştık. Balık dolu kovasını denize dökmüştüm adamın. Sanırım dördüncü tokadı havada yakaladı. Kültablası gibi kokuyordu. Zayıftı. 60 kilo yoktu. Üzerinde belki 15 yıllık bir takım elbise vardı. Çelimsiz görüntüsüne rağmen çok kuvvetliydi. İstinye'ye kadar yürüdük o gün yan yana. Kendi kendine konuşuyor, sigarasının sönmesine fırsat vermeden yenisini yakıyordu. Beyaz saçları, kulaklarını kapatan şapkanın arkasından görünüyordu. Sokak lambasının altına çekip yüzüme darbe alıp almadığıma bakmak istediğinde fark ettim sararmış dişlerini. Ön sırada çoğu dişi de dökülmüştü. O gün kaldığı tahta, tek katlı eve gittik. Takım elbisesinin iç cebinden çıkarttığı anahtarla kapıyı açtı. Kapı gürültüyle açıldı... İlk yemeğimiz; mercimek çorbası ve nohut oldu... O gün, onunla birlikte neden gittiğimi kendime hiç sormadım. Tuhaf bir minnet duygusu ve sanıyorum çocukluk... O akşama kadar koltukta uzandı ben de mahallede top oynayan çocukları izledim pencereden. Eve dönme vakti geldikçe içim sıkılıyordu ama eninde sonunda gidecektim. Evime kadar bıraktı beni. Bırakırken şöyle söyledi: "En iyi arkadaşım olur musun?"

Kadir'le olan hikayem böyle başladı. Yaşı şu an kendisine göre 52. Beni daha fazla dayak yemekten kurtardığı günden sonra en iyi arkadaşım oldu. Önce tasolarımdan vazgeçtim, sonra futbol topundan. Herkesin garipsediği bir birlikteliğimiz oldu. Her sabah mutlaka 9.00'da mahallenin girişinde olur, evden çıkmamı beklerdi. Okula birlikte gider, çıkışında ise sahip boyu yürüyüp fenerde bira içerdik. Hava kararır, rüzgar çıkar, polisler kovalardı ama yıllarca sürdü bu alışkanlık. İlk başlarda çok hasta olmuştum. Babam ne içtiğim biraları biliyordu ne de bir deniz fenerinin dibinde saatlerce oturduğumu... En güzel hikayeleri, en güzel insanları Kadir'den dinliyordum. Bambaşka bir dünyanın içinden bahsediyordu bana. Hiç gitmediğim, gidemeyeceğim ve belki de olmayan yerleri anlatıyordu. Nefes nefese kalıyordum tavşanın, aslanlar ormanından kaçışını dinlerken. Evime gitmek istemezdim. Babam alıştı Kadir'e ama anneme göre o tehlikeli bir deli. Bir gün sebepsiz yere beni öldüreceğinden korkuyor. Aslında başımı kaç kez beladan kurtardığını söylesem şaşırır heralde...

Bir gün, Kadir'in kuru temizlemeye bıraktığım elbisesini aldım ve evine götürdüm. Kapıyı heyecanla açtı ve elbisei elimden aldı. "Sen giy bunu hemen hemen hemen. Çabuk çabuk çabuk..." şaşırıp kaldım. Gülerek reddetmeye çalıştım ama giydirene kadar peşimi bırakmayacaktı. Kahkahalarla gülerek giydim elbiseyi. Kolları düdük gibi oldu. Paçalarım o kadar kısa geldi ki, çoraplarım sanırım 20 metreden fark ediliyordu. Aniden beni tutup dışarıya çıkarttı. Evin hemen çaprazındaki apartmanın önüne kocaman bir kamyon park etmiş, nakliyeciler eşyaları boş olan ikinci kata çıkarıyorlardı. Kadir, bana evin balkonunu işaret etti. Kıvırcık saçlı, zayıf mı zayıf, bordo elbiseli bir kız, kollarını korkuluğa dayamış mahalleyi izliyordu. Hayatımda gördüğüm en güzel kızlardan biriydi. Kadir'i üzmemek için takım elbiseyi çıkartmayı teklif etmedim. Kamyonun yanına gidip, eşyaları taşımak için yardım etmek istedik ancak az kalsın dayak yiyorduk. Kadir de ben de dayağa şerbetliyiz ancak bu kez bunun olmasına izin vermedik. Evin hemen karşısındaki yokuştan çıktık Kadir'le. Yol boyunca ben de deliye vurdum Kadir'le. Aşık olmuştum....

Aşık olmam en çok Kadir'i mutlu etti. Bir de dalga geçti ki benimle, sormayın gitsin. Benim için kızın adını bile öğrenmiş ikinci gün. Üçüncü gün babasının en iş yaptığını da öğrenmiş. Dördüncü gün, iş istemeye gidip dayak yedik. Beşinci gün, o kızı okulda, sınıfımda gördüm... Büyük ihtimal nakil işlemleri yeni tamamlanmıştı. Sessiz sakin ders takip edip sorulanlara makul cevaplar vermem onu şaşırtmış olacak ki, üçüncü tenefüs yanıma geldi. "Sen deli değil miydin?" dedi. "O adam senin baban mı, abin mi, nereden tanışıyorsunuz?" dedi. Birçok soru sordu ancak soruların çoğu Kadir'le ilgiliydi. En yakın arkadaşımdı o. O yüzden ne kızdım ne de kıskandım. Kadir'i anlattım bol bol. O gün eve Kadir'le birlikte bıraktık onu. Her şey çok hızlı ilerledi o dönem. Zaten gençlik öyledir.  O dönem Kadir, ben ve o birlikte dolaşmaya başladık. Ne meyve bahçeleri kaldı mahallede ne de çalınmadık zil. Camlara yumurtalar da attık, duvarlara küfürler de yazdık... Herkes bizi suçluyordu ancak kimse suçüstü yapamadığı için yakalanmamış sayılıyorduk.

Kadir, bir gün yine kendi kendine konuşurken öksürmeye başladı. Başta önemsemedik ancak öksürükler arttı. Bir süre sonra kan gelmeye başladı öksürüklerden. Gittiği her doktorun canını bezdirdi Kadir ancak Hayriye Hanım, bize sonuna kadar yardımcı oldu. Tahlillerin sonuçlarını alana kadar dinlenmesini söyledi Kadir'e ancak o durur mu? Her sabah yine aynı yerde beni bekledi. Tutup kolundan evine götürdüm bir keresinde. Kendi kendine sayıklıyordu. Sonra bir süre sessizlik oldu. Hayatımda korku nedir o zaman hissettim. Kadir'le birlikte yaşadığımız o hissin adrenalin olduğunu o zaman anladım. Hemen 2-3 battaniye takviyesi yaptım ancak yine ses yoktu. O kalın tabakanın altında o kadar hareketsiz yatıyordu ki, bir an öldüğünü sandım. Hemen aynayı alıp ağzına tuttum. Ayna buharlanmaya başlayınca anladım yaşadığını. O gün orada, tekli koltukta, Kadir'in karşısında uyudum. Eve ilk kez o gün gitmedim. Sabahleyin birden Kadir'in kol saati çalmaya başladı. Adımı sayıklayarak uyandı. "Nerede... Geç kaldım. Geç. Gitti mi. Ne kadar sürer?" diye bir şeyler söyledi. Her sabah mahalleye gelmek için kolundaki saati kurmuş o zaman anladım. Yanına gittim. Alnını tuttum. Dinlenmesini söyledim.  Eve döndüm, üzerimi değiştirdim, annemin ev için yaptığı çorbayı küçük bir tencereye doldurdum ve Kadir'in yanına gittim. Kol saati masanın üzerindeydi. Kadir ölmüştü. Kol saatini de sanki almam için koymuştu masanın üzerine. Alnı soğuktu. Hiç o kadar ağlamamıştım hayatımda. Belki yaş olarak aramızda dağlar vardı. Belki herkesin ondan kaçacağı biriydi. Belki çok sigara içiyordu. Belki çok yalan söylüyordu. Belki fazlasıyla zor durumda bırakıyordu insanları zaman zaman... Ama o benim en iyi arkadaşımdı...

Kadir'den sonra ben de gittim. Her sabah erkenden kalkıp, beni her zaman beklediği yere bakıyorum. Gelmiyor. O köşeye yağmur da yağdı, o köşeye kar da yağdı, o köşeye güneş de vurdu... O köşede mevsimler döndü durdu ama Kadir dönmedi. Okulu bıraktım. Kimseyi görmek istemediğim için aşık olduğum o kızla arama dağlar kadar mesafe girdi. Dağlar kadar. Sokağa artık Kadir'siz çıkmaya korkuyorum. Ne bileyim; yakalanmaktan, kovalanmaktan, başın sağolsun denmesinden korkuyorum. Dediğim gibi. Kolumda Kadir'in saati var. Onun alarmıyla her sabah aynı saatte uyanıp beni beklediği yere bakıyorum. Kadir gelmiyor.