27 Temmuz 2009 Pazartesi

Ağrıyorum

Garip bir yolculuktayım... Memleketler aştım, aşındım... Kollarımda kumdan kale bile yapacak derman yok, ölüm öncesi bir sessizlik içinde titriyorum... Ağrıyorum...

uçurtma

İperi dolaşmış uçurtmalar misali, ne beraber uçabildik boşverip şu dünyayı...

24 Temmuz 2009 Cuma

İyi kadın ile yemek yapmaya çalışan kepçe kafalar

Az önce televizyon izliyodum. Ondan önce annemle tavla oynarken Komedi Dükkanı vardı. Bitti, bende Galatasaray TV'yi açtım bi yandan izliyorum, bir yandan zar atıyodum ki üst üste 3 galibiyetimden sonra bir malğubiyet gelmesi bunun yüzündendi. Umursamadım. Kız arkadaşımı özledim. Bir süre sonra canımız sıkıldı dondurma alalım dedim ve gittim aldım. Evde zaten kağıt helva genellikle bulunan bişey, o yüzden külaha koydurmadan aldım ve eve döndüm...
Sonra sıkılmaya başladım... Kalkıp gitse idim annem ''işi bitti tabi hemen gidecek, hiç yanımda oturmaz!'' diyecekti, o yüzden gitmedim bende... Ama gitti Yemekteyiz'i açtı, gözlerim kanlandı sinirden. Mal mal adamlar ve kadınlar etrafında dönen geri zekalıların bile yapmayacağı muhabbetlere hareketlerini de ekleyerek salak salak davranıyorlardı. Tavanı izledim, annem beni görmüyordu çünkü farklı kanapelerde uzanmıştık. En son zoraki bir kahkaha duydum, sinirim yerinden fırladı! Yemek yemekk gibi güzel bir şeyi, üstelik Anadolu'nun kendini övdüğü şeyi çeşitlendirip içine eden, bununla gurur duyan yavşakların iğrenç bir gülüşüydü! Bunaldım, bulandım, başıma şimşekler çaktı!

Beceriksiz yemek yapan üç-beş yavşağın eğlence sanarak toplum ahlakını bilerek veya bilmeyerek bozması da ayrı sinir etti zaten!
Zaten inanılmaz zor bir gün geçirdim! Başım bütün gün ingilizce kelimelerle ağrımasının dışında sürekli tepemde 4 saattir çalışan lanet klimanın ağrısını taşıdım!
Çok hassas şeyler yaşıyorum şu son bir kaç saattir, herşeyden nem kapan bir pimpirikli oldum ayıptır söylemesi!

Onu da geçtim, ''iki dakika TV bakayim'' dediğim akşam vakti de mankenin tekini gördüm, hayatını bar köşelerinde zengin kucağında harcayan manken bozuntusu, beraat ettiği davadan sonra kahraman gibi konuşuyordu! ''İçeri giren anlar ancak'' geyiğini yapacağından adım gibi emindim ve kardeşime de söylemiştim oturduğum yerden, dediğim çıktı!

Adını kirletecek adamlarla, seni rezil edecek işlerin çevresinde dolaşıp mafya babaları ile yatar kalkarsan başına gelecek budur! Su yolunda kırılan bir su testisiydi yani ama kahraman olmayı seçti! Oldu da!

Töbe estafur neler yazdım... Affedin...

Veysel Şatıroğlu

Aşık Veysel... İnanılmaz bir adam! Küçük bir arşivini yaptım bu çok sevdiğim gönül adamının çeşitli arkadaşlarımdan şarkılarını bularak tek tek... Saz ile huzur buluyorum gerçekten. Sesi ile de huzur doluyorum... Baştan aşağı Anadolu tarlalarını kokluyorum resmen... Resmine bakıyorum, yüzündeki çizgilerinin her birisinin bir anlamı var gibi... Yine yüreğimin orta yerine dokundu ''Dostlar Beni Hatırlasın'' parçası... Bişey yazmak istedim. Ruhu şad olsun.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

´´potpori´´

Günlüğüm... Seni bu kadar özleyen yoktur çünkü seni sadece ben özlüyorum... Defterimi kıskanıyorsun biliyorum ama senin de yerin kesinlikle ayrıdır sakın unutma. İki kuru laf ile doldurmak istemezdim seni ama gerçekten kayda değer hiçbişey yok ki anlatacağım kafanı yormaya seni davet edebileyim. Bu bile imkansız. Gündeliğin dolambaçlı yollarındaki yol ayrımlarında ellerinde çiçekler ile bekleyen minik bir çocuktum... Diye başlamayacağım. Belki bu tarzı seviyolardır ama yok. Hayatın erken doğurduğu bir çocuğu acele acele büyüttüğü bir çocuk olarak bu kelimeleri kullanmayacağım... Kullanıldıkça eskiyen bir eşya gibi sürtünmekten çizilen şu hayatımın değeri nedir ki şimdi kalkıp onu günü gününe yazayim? Demek de haksızlık olur sanırım... Kötü giden şeylerin iyi olanları geçemediği sefil bir hayatı izlemekten başka bişey yapmayan gözlerim bile inanmaz hayatımdaki ''herşeyin'' iyi olacağına! Ne yazdım bilmiyorum ama ´´potpori´´ gibi oldu. Kısacası, ''iyi misin'' sorusuna verilecek bir ''eh üstü'' cevabım var. Elimi cebimden çıkartıp hayatı kabul edersem verebileceğim bir cevap...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Ellerinden öperim MUSTAFA KEMAL

Ellerinden öperim Mustafa Kemal! Güç alıyorum senden Mustafa Kemal! Karanlıklar içinde görebildiğim tek aydınlık sensin, sensin çölde açan çiçek... Çok gördük Mustafa Kemal'im biz devrimler yapan, yapmaya çalışan, yeni düzenler getirip, getirmeye çalışırken devrilenler gördük... Okudukça gördük Mustafa Kemal'im senin gibi olmadığını... Devrimler yapan, inkilapları halkın ortak isteği doğrultusunda yapan çok adam görmedik ama gördük! Gördük ki, milletini soymayan tek lider de sensin! Ellerinden öperim Mustafa Kemal! Kurağın ortasına ''olmaz'' denilen yere baştan yarattığın çiftliğindeki bir adet çiçeğine eğilirken gösterdiğin hassasiyet ile eğilirim önünde! Yolundan da ayrılmam Mustafa Kemal... Aydınlık, çağdaş, uygar, kadınıyla el ele, analar baş tacı, erkekten kadına, gencinden çocuğuna herkesin eşitliğinden yanayım bende tıpkı senin gibi. Bende başımın üstüne koyuyorum yediğim ekmeği Kemal'im... Ben, çiftçiye ana avrat söven liderlerden değilim, ben masasında yediği ekmeğe baktığında başaklar arasında, 40 derece altında çalışan işçileri görenlerdenim senin gibi! Senin gibi istiyorum kadının dans etmesini, tiyatroda oynamasını, şarkılar söylemesini, bilim insanı olmasını, pilot olmasını, hakim olmasını, avukat olmasını, ana olmasını, bacı olmasını, asker anası olmasını! Bende istiyorum Kemal'im onların da senden olmasını... Bende istiyorum Kemal'im yüreklerimizin beraber çarpmasını... Bende istiyorum, yürekten istiyorum eşitliği! İnanıyorum da senin gibi ``bir kadının özgürlüğü saçlarının uçuşmasındadır!´´ karanlıkların ben de karşısındayım Mustafa Kemal! Üzerine lafı olur mu Atilla İlhan üstadın bilmiyorum ama bende ellerinden öperim Mustafa Kemal... Bende ellerinden öperim...

bekleyen...

Ve korkulan olur... Artık sesin yetmiyor. Bu aynı bir hikaye gibi aslında, sakat bir adamın değneğine tutunması, bir körün koluna girdiği kişiye güvenmesi, dilsizlerin mimikleri... Muhtaçlıklar ve benim şu saçma, debelenen benzetmelerim... Küçüldüm bebeğim farkındayım... Sen yokken küçüldüm... Özlem tarif edecek, onlara sığınacak, sessiz sakin köşesinde kalacak bir adam değilim ben.. Ama öyle işte... Kendime bir çok yönden şaşırıyorum, teşekkür de ediyorum sana aynı zamanda... Özlemek, sevmek, umut etmek, güçlü olmak, samimi olmak, sevgi korumak, paylaşmak, üretmek, dokunmak, yaşamak, yaşatmak, hissetmek, koklamak bile... Bunları hep sayende öğrendim bebeğim... Bu kadar şeye rağmen neden iki kelimeyi bir araya getiremediğime şaşıracaksın belki ama emin ol ki sana bunların hepsini bir kez bakınca anlatabildiğim için kelimeler bu kadar yabacı, cümleler bu kadar oturaksız ve adeta çaresiz... Özür dilerim sevgilim... Seni ne kadar sevip nasıl özlediğimi anlatamıyorum fakat... fakat ikisini de çok iyi yapıyorum... Ve kavuşma anımız.. Göz göze geleceğimiz o an... Nefeslerimiz... Bakışmamız... Sarılmak... Umutlanıyorum, seviniyorum sevgilim... Ve bekliyorum, annesini bekleyen çocuk, biberonunu bekleyen bebek, güneşi bekleyen bulut, geceyi bekleyen yıldız gibi... Her hücremle bekliyorum seni... İliklerimdesin... Seni seviyorum!