19 Nisan 2009 Pazar

Ohhh Beee!!!

Saat 22:00'de evden ayrıldım, sonra Levent sonra Taksim...

Kafe Pi'de açılışı yaptık 2.5 saat oturarak...

Taksim'in altını üstüne getirdik...

En son Mono'daydık, 3:30'da ayrılıp 4 gibi eve geldik...

Az sonra yatıcam, dünya varmış!

16 Nisan 2009 Perşembe

İnanmak bilmemeyi istemektir **üzerine bir yazı

İnanmak bilmemeyi istemektedir çünkü insanların kabul ettiği gerçekler yüzyıllardır temel ve sabit gerçekler eşliğinde süregelir. Çağlar boyunca düşünce suçlarından asılıp sürülen insanların varlığının, düşünmeyenlerden az olduğu gerçeğine göre dünyada düşünmeyen insanların düşünenlerden az olduğu gerçeğini bir kez daha görebiliriz. Düşüncenin ve fikir beyan etmenin cezasının idam olduğu Orta Çağ’dan günümüze gelen “düşüncenin evrim sürecinin” “tembelliğe” kaydığını görürüz. Bu etkiyi özellikle din üzerinden örnekleyerek görebiliriz. Örneğin, sadece “girilmez” yazdığı için insanların girmeyip yanından geçtiği şeriat ülkelerinin arazileri, 14 yaşında bir erkeğin elini tuttuğu için önce onu öldürecek cellatın “bakire idam olmayacağı” inancına dayanarak önce tecavüz ederek öldürdüğü gerçeği ve bu gibi yüzlerce örnek barındıran insanlığa utanç verici örnekler, insanlardaki fikir ve düşünme devrimini de kendi içinde yapamadığını açıkça ifade eder.

Sorgulamayan insanların varlığını din ve politika üzerinden günden güne yeniden –üstelik 21.yy’da- farketmemiz insanlık adına utançtan öteye gidebilecek bişey değildir.
Tarihin kaydettiği olayları günümüze ışık tutacak olursak eğer, insanlığın bilim ve teknoloji hariç geri gittiğini görebiliriz. Tabiki bunu genellemek insanlık adına bir ayıp olur.
21.yy’da adına yakışır şekilde gelişip ve sorgulayarak kendilerini yönlendiren insanların olduğu yüzyıllar sonra da değişmeyecektir.

Politik, sosyolojik, ideolojik olarak yaşadığımız zihinsel zedelenmelerin etki ettiği tek yer aslında şu an eksikliğini yaşadığımız “düşünmek, bilmek” yetilerimizdir.
Bu noktada, özellikle kapitalist sistemin gereksinimini duyduğu “düşünmeyen ve sorulamayan insan” isteği, kimi ülkelerdeki dinci iktidarların da istediği aynı insan modeli, çarkların “sizin yerinize düşünürüz” diyenlerin nasıl istediği gibi döndürdüğünü genel olarak izledikleri dünya politikalarından da görebiliyoruz. İnsanlık olarak göremediğimiz bence bizi yönetenlerin bizden çok akıllı olmayıp sadece bizden çok şey bildiğidir. Bizim külfet sayarak sürekli vazgeçtiğimiz “düşünmek” eyleminin aslında geniş işlevler taşıdığı gerçeğini bir kez daha bu örnek ile anlıyoruz.

En acı olan gerçek ise teknolojik ve bilimsel atılımlar dışında insanlık olarak insanların kafasında gerçekleştiremediğimiz ve harekete geçiremediğimiz fikir devrimidir.
Orta Çağ’da düşünen asılıyordu, yine asılıyor. Orta Çağ’da insanlara cennet satılıyordu, hala satılıyor. Orta Çağ’da erkeğin kadına bakması günahtı, hala günah.
Yapamadığımız bu atılım bana kalırsa en büyük eksikliğidir insanlığın.




***Kafayı yiyorum demiştim!

parçalı bulutsuz ama kocaman gülen surat

Değişik bişeyler paylaşmak istiyorum sanırım. Bu ayrıma tam varamamış olsam da konuşasım var herşeyden, diyeceklerim var herkese ayrı ayrı diyeceklerim. "Hayat seni yaşamak için can atıyor, bakıyorum da nasıl bir adamsın sen" diyordu yüzüme karşı konuştuğumu duyduğunda... O zamanlar inanıyor muydum? Belki. Neden sıkıldım biliyor musun? Koşmaktan ve yorulmamaktan. Artık durasım var! "Sevilmek" diye bişeyin hayatımda olmadığını kabulleneli yıllar olmuştur, sevmeyeli de yıllar... Tanımadığım ve unuttuğum tüm duyguların tadına bakasım var kesinlikle. Sıradan ve eski bir hamağa oturup ağacın dallarından çekerken hayal ediyorum kendimi saatlerce. "Düzelir" dediklerimin pürüzleri yok olmuş, kendileri daha da ortaya çıkmış gibi... Ne güzeldi az önce "pürüzleri yok olmuş" yazmak... Gerisinde sanki "herşey güzel" ifadesini sezdiren bir yanı vardı.
Neyse işte, gördünüz yine, kelimelerle oynamaya kalkarken onlar oynuyor bazen sizinle... Hatta fırsat kolluyorlar hepsi benimle dalga geçmek için... Görmek istemediğim isimler ve rakamlar yan yana sanki kış mevsiminden çıkıp gelmiş oturmuşlar ben yüzü koyu yatarken göğsüme...

Birini sevmiştim, yüzünü bile unuttum. Garip değil mi? Resmi iyi ki yok sahte gelirdi çünkü.
Bu arada sevgili yazımi garip bir günlük sayfasına benzediğine adım gibi eminim. Senin yerinde olsam tuhaf hissederdim ama düşün ki seni yazan ben nasıl hissediyor?

Neyse, milyon tane şey anlatabilirim ama bu kafa ile değil tabiki.
Yakında kurtulma durumum var mı?
İçimizden bir ses "belki" diyor Nazım ile...

2 Nisan 2009 Perşembe

Kimsesiz Çocuklar Ziyareti

En kutsalı sayarsın bazen paylaşmayı...
Yüzün güler, sesin gürleşir, kablin kanatlanır...
Ya ekmek bölersin, ya da aynı anda uzanırsın aynı daldaki aynı meyveye...
Bir şekilde gülersin ama paylaşınca...
Bu değişkenlik içinde; yalnızca "bir tek şeyin" paylaşıldığında bıraktığı gülümsemeyi unutmazsın,
"Umut'tur" o..!
Gökyüzünde yıldızlar varken kaldırmak çenesinden arkadaşının başını,
Güneş çıkana kadar da bırakmamak düşmemesi için...
Hava aydınlıkken gözlerini kapadığında hissettiğin mavi,
Gece yarısı varlığına emin olduğun kutup yıldızı gibidir o...
Yüreklendirir, ayağa kaldırır...
Bazen işkenceyi uzatsa da, çok az olsa bile sıcak tutar seni...
Özellikle şikayet edip korktuğunda gelecekten indirdiğin başını kaldırandır o...
Kendini dinlediğinde kalp atışn gibi duyabildiğin olmalıdır...
Lazımdır,
Umut'tur o!

Gökmen Kaya



İşte biz tam bunu paylaştık genç arkadaşlarımızla. Yanlarına gittik, selamlaştık, konuştuk... Şekerimiz çikolatamız yoktu ama renk renk balonlar şişirdik onlara... Biz açıkçası bişeyler öğrenmeye gittik yanlarına... Hepimizin hayatının ihtiyacı olan şeyi karşıladık bir nevi, hepimiz hayata bir çocuğun gözünden bakmayı istiyor, çocuk olmak istiyorduk ama kimse birbirine söyleyemiyordu bunu.
Hem o yaşlarda hem de daha sonra sürekli büyük olduğumuzu ispat etmeye çalışıyorduk birbirimize. Hayat ile kavgaya düşmeden önce gerçekten istediğimiz şeydi bu. Ama biz de sıkıldık çocuklar... Hayatı yüksek perdelerde yaşayıp boyumuzun herşeye yetebileceği günleri hayal ederken bulduk kendimizi en yüksekte... Şimdi ise çok sıkıldık çocuklar. Kısacası bu size bir minnet yazısı olmalı...

ADK olarak Okmeydanı Kimsesiz Çocuklar Yuvası'nı ziyaret ettik. Binaya yaklaştıkça hepimizin birbirine söyleyemediği ama inkar de etmediği tuhaf bir duygu uyandı her bimizin içinde. Bahçede sağa sola koşan çocukların durgunlaştığı bir an oldu içeri girişimiz. Tüm arkadaşlar sanki bir el gibi tokalaştık, omuz gibi gibi yastık olduk, güçlü kollar gibi sarıldık. Çocukken kahramanlar seçerdik, şimdi çocuklardan kahramanlar yarattık kendimize. "Dayanışma"nın nesli tükenen bir eylem olmadığının ispatı idi davranışlarımız ve davranışlarımızın dönen karşılıkları.

Ve "özel" hissettik biz. Kimilerimizi idol edinecek kadar sevdiler. Ve cevaplanmayan yüzlerce soruları vardı onların. Onların bu sorulara aradıkları acele ve doğru cevapları vardı. Çok kısa sürede çok şeyi birbirimize anlatacak kadar vakit bulduk "çekingenlik" duvarını aştıktan sonra karşılıklı olarak. Kimimiz top oynadı bahçede onlarla, kimimiz saç ördü, kimimiz derslerine yardım etti, kimimiz resim yapmalarına.
Dediğimiz gibi; "Dayanışma"nın nesli tükenen bir eylem olmadığının ispatı idi davranışlarımız ve davranışlarımızın dönen karşılıkları.

Ve samimiydik karşılıklı olarak. "Yine gelin" derlerken, parmak uçlarına çıkıp yanaklarımızdan öperken, gözlerinde iyilikten ve samimiyetten başka bişey görmedik.
Aynı samimiyet ile söz verdik "geleceğiz" diye.

Kısacası çok güzeldi herşey. Bir "arkadaşın" verdiği eksiklikten kaç kat daha zordur "annenin" veya "babanın" belki bir çoğumuz bilmiyoruz. Çoğumuz bir arkadaşa ihtiyaç duyarken yalnızken, ve bunun bile ekskliğini iliklerimize kadar üşüyerek hissediyorsak eğer, bir annenin veya bir babanın bıraktığı boşluk ne derece büyük olur belki bir çoğumuz bilmiyoruz. Birşeyden eminiz sadece; bilmediğimiz çok şey var ve karşılıklı öğreneceğimiz...

Yaşamak olsun, yalnızlık olsun, resim yapmak olsun, ip atlamak, saç örebilmeyi öğrenebilmek olsun...

Ne olursa olsun; paylaşacak çok şeyimiz var, bir de ispat etmemiz gereken birşey var; "Dayanışma"nın nesli tükenen bir eylem olmadığının ispatı idi davranışlarımız ve davranışlarımızın dönen karşılıkları.

Gökmen Kaya

*ADK dergisine haber olacak şekilde...