28 Şubat 2009 Cumartesi

Kaderimi Sonsuza Kadar Değiştir...


Seçtiğim hayatın tahta basamaklarındaydım. Gemisi su almış bir kaptan, yola çıktığı anda gideceği yeri unutan bir adam. Kapıyı kırarcasına vurduğum akşam çantamı almaya bile fırsatım olmamıştı. Buraya geleceğimi de bilmiyordum, ne yapabileceğimi de bilmiyordum... Geldiğim yer, gittiğim yerden çok farklıydı; daha yola çıkmadan emindim buna. Gözyaşlarım da benden önce yola çıkmışlardı zaten. Her akşam sarhoş baba-sorumsuz anne kavgalarından yorulmuştum.Gereksizlerdi. İlgisizlerdi. İkisi de kaybetmezdi, ben üzülürdüm... Gittiğim gün gömdüm kendimi karanlığa onlarsız. Yola çıktığım ilk günü hatırlıyorum, eyalet otobüsüne param çıkmadığı için mızıka çaldığım geceyi de... Üstüne para koyup karnımı doyurduğum ucuz ama leziz resturantı da... Film gibiydi yani; bir yılın ilk günü bir kapı kapatmıştım, beş yılı bitirip altıncıya girerken bir sayfa çeviriyorum... Hatta ucunu açıyorum kalemimin... Üst tarafının yazısı kalın olan; alt tarafının yazısı ince olan bir yazı okuyacaksınız.. Kalından inceye; hayat gibi yani.. Güçlü başlayıp, titreyerek ölmek meselesi gibi yatakta... "Titreyerek ölenleri çok gördüğümden" yazıyorum çekinmeden... Hem onlar da izin verirlerdi zaten bu sözü kullanmam için. Önemli değil, ne diyordum; tahta basamaklarındayım hayatın... Hemde bu tahta binanın basamaklarında, sallanan tahta sandalyem üzerinde "ölenleri" düşünerek... Ölümün yaş tanımadığını da düşürerek... Beni huzur evine altı sene önce bugün kabul eden kadının öldüğü gün bugün. On altı yaşımda, soğuktan kesildiğim, açlıktan hareket edemediğim, yorgunluktan bacaklarımı kullanamadığım akşamdan geriye zihnimde kalan kırmızı dudaklı, beyaz saçlı, başım kemiklerine geldiği için canımı acıtan kadından geriye hiçbişeyin kalmadığı gün bugün... İlk akşam yemeğimi birlikte yediğim yaşlı insanlar ve her birinin sahip olduğu ayrı saksılı, ayrı çiçekli, ayrı kokulu masanın görüntüsü var zihnimde... Sonra "O" ve onun çiçekleri... Çiçek kokan ellerine iliştirdiğim "ilk" not; "kaderimi sonsuza dek değiştir..." Değişmişti kaderim. Yaşlı yaşlı insanlardan, anne ve babamın bilmediği yüzlerce yararlı şey öğrendim.
Yüzmeyi öğrendim, öğrettim sonra bilmeyenlere. Yazılar yazdım, cesaret verdim aşık olana, yol gösterdim kaybolana, taş sektirmeyi öğrendim gölde, kapı menteşelerinin mevsimden mevsime yağ istediğini, pantolon kalıbı çıkartmayı, yıkanacak çamaşırların derecesini ve daha birçok şeyi... Bugün, o öğrendiklerimin çoğunu unuttum... Gittin çünkü sen... Çiçeklerini emanet ettin bana. Gülümseyebilmeyi ortasındayken acıların... Sana demiştim ya Madam Corine, "kaderimi sonsuza dek değiştir..." diye..Sanırım bu son iyiliğin bana... Bu mektubun bu satırında sesten irkilerek cumbadan aşağı başımı dışarı çevirdim çiçeklerini koklayarak...
Sen gittin; annemi bıraktı babam... "Sonsuza dek değişen kaderime yetişemeden..."

Gökmen Kaya 28 Şubat 2009 Cumartesi


** Fotoğraf by Duygu Holat
***Hikayesini de yazmak lazım hikayenin...

Duygu arkadaşım bu resmi çekmiş, attı bana.
"Bu resme bir hikaye yazar mısın, ne çıkacak çok merak ediyorum.." dedi.
Resme ilk baktığımda huzur duydum açıkçası... O yüzden orası olsa olsa bir huzur evi olurdu... Panjurlar da tahta olunca, dram olmalıydı içinde birazcık...
Yaptım, attım, çok beğendi...
Sizler de beğenmişsiniz... Çok memnun oldum..
http://cakolin.blogspot.com/ ---> Duygu

4 yorum:

Büşra Bayram dedi ki...

süper yazmış çocuk maşallah! ((:

esra dedi ki...

Zihnimde farklı bir tasvir defteri belirdi, sayfası,kalemi ve harfleri.. En önemlisi de yazarken çıkardığı ince sesi..
Tebrikler.

_zAhİr_ dedi ki...

yalnızca soğuk mu keser adamı?işte öyle bir etki gözlerimde...sırtımda soğuğun ağrısı!

Gökmen Kaya dedi ki...

saolun kızlar :)