29 Mayıs 2009 Cuma

Yarıdan sonra dönen hayatın kesiti...

Boşluklara bakar gibi bakıyordu insanlara ihtiyar. Karısı yanına gelip onun yanıbaşında beklediği tulumbadan dolan bakır ibriği alırken kıpırdamadı bile.
Uzaklara bakıp sürekli iyi veya kötü bişeyler düşünüyor, ara sıra kendi kendine konuşuyordu. Köyün diğer ihtiyarları ile dış görünüş olarak aynı, iç olarak çok farklıydı.
Elleri nasırlardan parlayan, geniş ve dolgun parmakları vardı. Yüzünde ise elmacık kemikleri öylesine ileri çıkmış, yanaklarını dolduran etler zamanla öyle kaybolmuştu ki, ağlasa yanaklarından süzülemeden intihar edecek gibiydi gözyaşları.
Senelerdir başından çıkartmadığı kahverengi kasketin altında ise geriye doğru taranma izi olmayan, ama geriye doğru yatık, yumuşaklığı her halinden belli olan saçlarını saklardı. Sıkıldığında cebinden hiç eksik etmediği kuruyemişlerden yer, köyde gidilebilecek her yere giderdi. Yardım severdi aynı zamanda. Köylü arkadaşlarına hayvanlarını otlatmada, ahıl işlerinde, ev ile ilgili çıkan dış cephe sorunlarının hepsi ile yakından ilgilenir elinden geldiğinin en iyisini yapar, karşılık beklemeden; bir çay veya çorba bile içmeden habersizce teşekkür bile beklemeden çekip giderdi. Yorulduğu elinin üzeri ile gıdığını silerken gördüldüğünde anlaşılırdı. Alışılmış insanlardan değildi. Dört pil ile çalışan küçük-gri raydosunu kulağına yaklaştırabildiği kadar yaklaştırır, bildiği bir şarkı çıktığında içinden mırıldanır dudaklarını oynatırdı. Onu şarkı söylerken görenler ise yakın zamanda ölen çocukluğundan beri aynı köyde yaşadığı arkadaşlarıydı. Davranışlarının sebebi herkes tarafından merakla karşılanmasına rağmen onu yargılamıyordu kimse. O kadar içine kapanıktı ki ihtiyar, bazen dokunulduğunda onun verebileceği ters tepkiden korkuluyordu.
Yine köyünün alışık olduğu günleri yaşıyordu ihtiyar. Derenin sesi kulağına hergün daha da azalarak geliyordu. Bozkırların kurumaktan çatlayaran yaprakları dökülüyor, karşı köyler bazen çıkan tozlardan dolayı görünmüyordu bile. Öyle günlerde yeni ayakkabısını giymezdi -yeni olarak saydığı ayakkabıyı dokuz senedir giyiyordu-. Giyindiği delikli siyah ayakkabının içine giren tozlardan dolayı kendi kendine küfrederdi. İsyan etmek onun belkide genlerinin en güçlü yanıydı. Bu alışkanlığını da sevmiyor değildi. Çünkü muteber bir insan olmasını buna bağlıyordu kendi kendine. Evet, böyle günler kasketini burnunun önünde hızla savurur, tozları savururdu. Siyah çerçeveli gözlüğünü rahat göremediğinden değil, genellikle tozdan korunmak için takardı. Yaşın insandan götürdüğü yetilere fazlaca kızdığından yürüyemeyecek bile olsa baston kullanmamayı düşünürdü. Hatta inadı o büyütmüştü ki rahat gazete okumak için kullandığı gözlüğünü kimsenin görmemesi için yalnız okurdu gazeteyi hep.
Elinden hiç bırakmadığı siyah tesbihi de kasket ile birlikte sallanıp o sevdiği sesi çıkarttığında sahip olduğu tesbihin değerli olduğunu defalarca anlardı. Büyük ceket cebinin üzerindeki küçük cepte saklardı tesbihini. Yeri hiç değişmezdi. Sadece ceket yıkanırken çıkartır, yastık kılıfının içine emanet ederdi sadece geçici bir süre için. Ayrıca uzun boyuna da ceketi çok yakışırdı. Kahverengi ceketinin içine giyindiği eski süveter, eski kravat, eski siyah gömleği giyindiği zaman, kendini yarısının sararıp yarısının dökülüp siyahının gözüktüğü aynanın karşısına geçer kendine bakmaya doyamazdı. Çok güzel gülerdi. Bakımsız bir yeşil gibiydi, kahverengine dönüyordu belkide... Belki de mevsiminden önce ölecekti ama hiç konuşmazdı ölüm hakkında. Ama düşündüğü anlaşılıyordu güldükten sonra aniden kapanan ağzında gözden kaybolan inci gibi dişlerinden. Hayatta herhangi bişey ona direk zıttını düşündürüyordu. Güldükten sonra aniden durması. Ağladıktan sonra katılarak gülmesi. Canı yandığında gülebilmesi gibi özgün örnekleri vardı kendisine ait.
Ve bu özellikleri dışında olmak istediği şeyler de oldu hayatta. Gemilerde çalışırken hep yıldızları örnek aldı, tarlada çalışırken tohum olmayı, sonra boy atıp savaşmayı, Temmuz-Ağustos sıcağına karşı bir başak olup dik durduğunda. Yıldızlar kadar durgun fakat ışıltılı, yıldızlar kadar parlak ve aydınlatıcı olmayı istedi. Boy atan bir başak olmak istediğinde ise yararlı olabilmekten başka bişey düşünmüyordu. Onu yönlendiren koşullara uygun hayaller kurup, hayallerinin peşinden tüm cesareti ile dört nala koşuyordu tozu dumana katan bir kısrak gibi... O yüzden hırsına yenilmişliği sindiremeyip tütün sararken elleri titriyor ve sigarasına bu kadar asılıyordu içerken.
Yine benzer günlerden birinde onlar kadar sıradan olmayı düşündüğü ağaçlara bakarken, gözlerinden yeşili çeviremeyeceğine inanırken, kimsenin uğramadığı eve başını çevirdi gelen seslerden dolayı... Güneş asfalttan dalga dalga yükseliyor, ağaçlar yine o kadar yavaş bir şekilde kırıyordu ki soluk yaprakları, bunu duymak neredeyse imkansızdı. Eski bir Amerikan model jeepten inen kendi yaşlarında, boyu ondan biraz daha uzun ve kendisinden kesinlikle daha temiz kıyafetli ve yine kendisinden daha beyefendi olduğu her halinden belli olan bir adam indi. Yüzünde yaşından dolayı fazladan olması gereken beyaz sakalları siyahlardan neredeyse daha seyrekti. Ensesinden uzun bıraktığı ve ön tarafı dalgalı olan sık saçları vardı. Arka koltuktan inen adam ise taşradaki emlakçıydı ve bu eski ve sade evi satmak için bu çifti getirmişti. İhtiyar bakışlarını hiç kaçırmadan merak ettiği her halinden belli olan ve bunu saklamayan bakışlarıyla bakıyordu olanlara. Emlakçı başı ile selamladı ihtiyarı ve çekinceli bir hareket ile evi gösterip başın çevirdi. İhtiyar ileride komşusu olacak bu çifte baktı, uzun parmaklı nasırdan parlayan elini kasketine doğru götürerek selam gönderdi.


(Okuduğunuz yazı benim için tabiki önemlidir. İlk uzun metraj hikaye deneyişim olur kendileri. Devamı var ama güzel bir kesit burası o yüzden paylaştım..)

Hiç yorum yok: