28 Nisan 2011 Perşembe

Eli cebinde, bir yangın izlemek.

Hayatımın yarısı iyi biri olmak çabası içinde, diğer yarısı da, değiştiğini düşünen tuhaf adamın taşıdığı beden içinde geçti. Ben hep sabit bir kişiliğin içinde olamamanın acısını çektim. Her farklı yaklaşmamda kişiliğim biraz daha bölündü böylece.
Azalarak, çoğalarak, düşerek ve doğrularak devam ettim.
Doğrularım iki elimin parmaklarını geçmez. Yanlışlarım da ısrarlarımdan ve duygularımın üzerinde fazla hakimiyet kurmasından gerçekleşti.
İdeal adam olmak yolunda tereddütler yaşadım. Daha da yaşayacağım.
Ne çok iyi bir dost olabildim ne de çok iyi bir sevgili. Sürekli 2. lig takımlarının yedek forveti gibiydim insanların hayatında. Ne zaman bir şeylerin arkasına saklanacak olsam, "Elimde imkanlarım olsaydı..." diye başlayan cümleler kuruyorum.
Üstelik avunmanın yüzlerce farklı çeşitini, yalanın onlarca çeşidini buldum. İyi yanım da bu birazcık. Çünkü yalan söylemek yerine daha çok avunmuşum. Benim sorunum demek ki hep benmiş.

Ağzımda bira tadı, ağrıyan gözlerle bir güne başlamak klasiğim olmuş zamanla.
Ve yalan yere fazladan diş fırçaları tutmuşum aynamın önünde. Sırf beni yalnız göstermesin diye. Üstelik, duvarıma astığım iki çerçevede de kalabalık insan grupları olması, ne kadar da tuhaf...
Yanan evler geliyor gözümün önüne. Ve bazen, bir bardak su döksem tümü sönecekmiş gibi düşünüyorum. Ama elim bardağa uzanmıyor.
Zaten neden uzansın ki?
İnsanın değişmeyen davranışları, bir müddet sonra alışkanlığı haline gelir.
Ben, bugüne kadar ne yanarsa yansın, ellerim cebimde izledim.

Hiç yorum yok: