13 Ocak 2011 Perşembe

Bu veda çok zor oldu


Her sağlam Galatasaray taraftarının bir anısı vardır Ali Sami Yen’de. Önünden geçerken bile tuhaf hissediyorken, şimdi yıkılacağını bilmek... En çok taraftar üzülüyor. Bu sevgi, sevgiliye olan sevgi ile aynı. İnsan ayrılırken anlıyor kıymetini. Sevgi ve aşk böyle yaşanır. Kötülükleri görmez gözün. Ya da ayrıldığında sevgilinden, dönüp baktığın zaman aklında hep güzel şeyler kalmıştır. Kötülükleri düşünmezsin. Taraftarlar da düşünmüyor. Düşünenler elbette vardır ama, onlar o üzüntünün bile güzelliğinin farkındaki taraftarlar...

Galatasaray’dan, Galatasaray’ın büyüklüğünden, Ali Sami Yen’in kişiliğinden bahsetmenin yeri değil şimdilik. Eti ve kemiğiyle, damarlarıyla canlı mı canlı duran mabedimize veda vakti.

İlk kez o kapıdan içeri ilkokula giderken girdiğimi hatırlıyorum. Küçük ayaklarımla merdivenleri bitirirken, Eski Açık büyüyordu yavaş yavaş gözümde. Sonra insanlar. En güzel yanı Sami Yen’in, içindeki herkesin “senden” olduğunu bilmek, “ait” hissetmek. Sonra, sarı ve kırmızı. Renkten çok daha ötesi. Tribünden çıkıyorsundur, ayağın takılır, hemen tanımadığın bir el uzanır sana. O elin samimiyetini yaşadığın hayatın içindeki her alanda ararsın ama bulamazsın. O samimiyet Sami Yen’in samimiyetidir. Su almak istersin, paran yoktur, yandaki taraftar paranı tamamlar. Küçük bir İzmir’dir kendi içinde Ali Sami Yen...

39 derece ateşim vardı, bir gün sonra da Gaziantep maçı. 4 kat çorap giydiğim ilk ve tek gün. Şişme ve kocaman bir montun içinde, kırmızı burnumla ve üşüyen ellerimle bağırıyordum: 4 sene üst üste şampiyon olduk! 2-0 kazandık.

Bir gün de, Eski Genel Sekreter Sinan Kalpakçıoğlu 2 tane bilet vermişti. Hayatımın ilk protokol maçıydı. Rakip Ankaragücü, skor yine 2-0. Çok para kazanıp, iyi yerlerden kombineler alabilme hayali buralarda başladı. Özhan Canaydın’la tanıştım, Adnan Polat’la, Burak Elmas’la. Sıradan hayatımın “unutulmazları” arasına girmişti o günüm. Her taraftarın imreneceği o kahverengi koltuklara oturmuştum.

Çocuktum, bir tane Bursaspor maçına gitmiştik. Bütün Emirgan! Berberinden çaycısına, koltukçusundan bakkalına! Arif, Hagi, Hakan Şükür... Üzerimde sarı formam vardı, önünde Show Tv reklamı. Hiç unutmam, 8 numara. Hugo Suat’ın numarası. Yine kazandık. Hep birlikteydik. Tanıdığım ama taraftar yüzünü göremediğim abilerimleydim, babamlaydım. Dünyanın en güzel köfte ekmeğini yedik.

Milan maçı da var. Jardel’in son dakikada 2-0 yaptığı, tarih yazdığımız maç. Sami Yen’de değildim. Yıl 2001. Yaşım 13. Kanal 6 yayın aracını yanında kaşkol, düdük, çekirdek satan bir amca vardı. Oradan düdük aldım bir tane. Paramın yettiği tek şey. Maç saatine kadar dolandım oralarda. Mecidiyeköy son durağının eski yerinde, dönmem gereken otobüsü zor buldum. Hayatımın tatlı ve korkulu anlarından birisiydi. Böyle anlar çok az yaşanır. O gün o maçı televizyondan izledim ama, kendisinden 6-7 saat haber alınamayan bir çocuk olduğum için tartışmalı bir akşam geçti. Galip geldiğimizde ise, her şey daha güzeldi...

20:45 şampiyonluğu! Son maç Sami Yen’de değildim ama o sezon bir sürü maça gittim. O maçı da Emirgan Ocakbaşı’nda izliyordu herkes. Bir de yandaki kahvede. Babamla 2 aydır küstük. Göz göze bile gelemiyorduk. Neden kırıldığımızı bile bilmiyorum şimdi sorsanız... Neyse, Denizli – Fenerbahçe’yi perişan ediyor, 17 dakika uzatma var. Kahvedeyim. Fahri amca oturduğu koltuğu masanın üstüne vurup kırıyor! Kahvede çıt yok! Herkesin yüreği ağzında, Fenerbahçe montlular bir yanda, biz bir yandayız. Tuncay koridorda sahaya çıkmadan önce “Bir çuval gol atarız” diyor. Babamın yüreği dayanmıyor, dükkana kapamış kendini. Ne televizyon açık ne radyo. Bu gerginlik tartışmalara dönüyor, uzatmalar falan derken, şampiyon oluyoruz. Ağlaya ağlaya dükkana haber vermeye gidiyorum. Babamın dünyadan haberi yok. Sarılıyorum, ağlıyoruz. “Şampiyon olduk” diyebiliyorum kendimi zorlayarak. O gece Ocakbaşı’na gidiyoruz, masamızda Aslansütü, yüzlerimiz gülüyor.

Son lig maçı, rakip Gençlerbirliği. Saniye 43 olmuş, 1-0 yeniğiz. Kar tipiye dönüyor, sıcaklık eksilere düşmüş... Eller ayaklar buz. Oraya kadar gelen taraftar, o soğukta o stadı dolduran taraftar, kendileri kadar sorumlu davranan oyuncular görmek ister. Sahada gezen, 3 pas yapamayan adamlar vardı. Acizlikten gözlerim doldu. Soğuk kipriklerime vurdu sonra. Sadece ben böyle değildim. Bütün taraftarlar isyan ettiler bu duruma. Ben futbolcu olsam, bir daha çıkmaya yüzüm olmazdı sahaya. 75. dakikaya kadar dayanabildim. 2-0 kaybettik. “Sami Yen hakkını size helal etmiyor!” diye bağırırken taraftar, güzel anılarım, hatıralarım arasına bunlar da girmesin, görmesem daha iyi dedim kendi kendime. Yine de ne o stada, ne o renklere bağlılığımı kaybettim. Kötü bir vedaydı Sami Yen’e. Zaten bu son gidişimdi.

Daha çok anısı vardır bu mabedin. Ayrılık kolay gözükebilir. Ruhumuzu, tarihimizi, duruşumuzu taşıyarak gidiyoruz Aslantepe’ye! Yeni bir sayfa açıp, eski ruhumuzla gidiyoruz yeni cehenneme!

5 Ocak 2011 Çarşamba

Yoldaki adam

Hayaatlarımdaki hatalarımdan çıkarttığım dersler elbet ki var. Bazen bir sürü taş devirdiğimi, insanların o taşların altında ezilenlerin olduğunu görüyorum. Aslında hatalarımdan, düşüncesizliklerimden, tercihlerimden utanmıyorum. Yaşadığım ne varsa hepsi birer sınav. Geriye dönüp baktığım zaman iyilerin, güzelliklerin çok olacağına eminim. Miktar farkedecek sadece. Ama iyiler çok olacak. Göreceğiz.

Bir yandan da komik ama. Yakın gördüğüm insanları, tanıdığıma kanaat getirdiğim insanlarla bile bile yanlışlara düşüyorum.
Sürprizlerle dolu bir hayatımız olacak.


Bu arada öğüt verip verip giden teyzeler gibi oldum. Bloguma ilgi göstermeliyim daha çok. Hatta 2010'a dair bir şeyler söylemeliyim.

Evet bunu yapmalıyım.