26 Ağustos 2011 Cuma

surat kokusu

Surat her zaman anlatır gerçeği. Hiçbir şey saklanamaz ondan. Nergis Abla'nın kocasının boğazını kestiler. 2 kız okuttu direksiyon sallayarak. Bir gecenin orta yerinde, evin ortasına bir acı oturdu. Bıyıkları vardı amcanın. Adını hatırlamıyorum. Ölüm acısı 20. yüzyılda Hikmet'in de dediği gibi kısa sürüyor herhalde. Koltuk altında gazetesiyle gezerdi. Sokak lambasının altına çekerdi arabasını. O zamanlar özenirdik ona mahallece. Çünkü bizler, mahalle aralarınad kaybolmuş onlarca Del Piero'yduk, Maldini'ydik. Pepsi kutusuna fotoğrafımızın basılmayacağını bilecek kadar gerçekçiydik. O yüzden ölümleri de kolay kabulleniyorduk, mahallenin hastalarını da, arka mahallede çıkan kavgaları da. Mahallede polis, kapıda ambulans vardı. Bütün mahallenin huzurunu bozar bu. Sirenlerle dolu bir çocukluktu bizimkisi. Belki de şanslıydık. Çünkü kötü günler, kötü günleri çeker... Bazı hayatların felaketleri bitmez. Kanayan mendiller görmedik. Bu yüzden suratımıza hafif çizikler atıldı. Dizlerimizi, suratımızı, kollarımızı saymıyorum. Pis birer sokak kedisiydik.
Yıllar sonra konuştum Nergis teyzeyle. Dokunsam ağlayacaktı sanki. O yüzden el sıkışmadık. Ara sıra ekmek almaya giderken görürüm onu. Yüzüne yapışan ifade yine yerindeydi. Cesur kadındı ama. Hâlâ daha öyle. Evini değiştirmedi. Anılarla yaşıyordur belki. Kızları evlendi gitti, o yaşamaya devam ediyor kutu gibi evde. Bugün evinin kapısından içeri baktım. Elleri titreye titreye çantasını arıyordu. Sanki bir koku vardı evde. Sanki yüzüne yapışan o ifadenin kokusu. Geçer mi, geçmez mi bilmiyorum...

Sadece ara sıra o aslında yaşamayan kadının yüzünü görüyorum.
Gözlerimi kapayıp düşününce, sanki o ifade bana da geçecek gibi oluyor.
Böyle zamanlarda, kirli ellerimi, yaralı bacaklarımı düşünüyorum.
Çocukluğumdan kalanları ayıklıyorum.

Hiç yorum yok: