31 Mayıs 2010 Pazartesi

Ah bu hayatın ıskaları!

Yüzüm gülüyordu. Sıyrıldığım tüm yalanlardan, çıkarttığım tüm kıyafetler gibi kurtuldum. Güneşi hepimiz göremeyiz, farkındayım o yüzden. O yüzdendir ki, çıkarttığım ne varsa güneşe astım. Astığım yerden aldım, giyindim tekrar... Tekrar kurtuldum sonra... Yalanlar ve ben, bitmek bilmez bir yol gibiydik... Çıkan aksiliklerimiz ortaktı. Sevgimiz gibi. Adı aşk olan her şeyi yok ettik. 

Çürümüştü dudakların en ıslak iklimde ve yüzüne yüzüne esen rüzgara hesap sormak için kıpırdamıyordun bile. "Bu kadar teslim olmaz" demiştim hep. "Bu kadar küçültmez onu buralar, büyük kalır, büyük yaşar..." Büyük yaşadın evet. Hayatı başkalarının pantolonlarından öğrendiğin için, ne gelse başına, büyük gelirdi sana. Son rüyamda dudağın patlaktı, ağlıyordun... Çıplak ayağınla bastığın ilk çakıl taşının acısını çıkartmadığın göz yaşlarını, şimdi dudağın için döküyordun. Bu kadardı dayanıklığın.. 

Bir şarkıda kendimi duyuyordum. Bir çocuk ölüyordu şarkıda inandığı değerler için. İnandığım değerlerler için ölemediğim için utanıyordum. Kapattım şarkıyı, bi kahve koydum, bi müzik açtım, şarkı bitti ıslık çaldım, kahve bitti şarap açtım... Hayatımın kapıları gibiydi yani, bir açtım, bir kapadım bugünümü.  

Bir kadın çağırdım sonra piyano çalmayı bilen. "Gel" dedim, "Gelmem" dedi... "Neden" dedim, "Piyanon yok" dedi. Oysa parmaklarına baka baka yönetecektim aklımdaki orkestrayı! Ah bu hayatın ıskaları! Yakacağım canınızı!

2 yorum:

Doğa dedi ki...

çok çok güzel olmuş yüreğine sağlık..

Eylül, dedi ki...

çok duru bi yazı olmuş, çok esen bi yazı. kalemine sağlık..