23 Eylül 2013 Pazartesi

Kepi attık, yeni bir sayfa açalım...

Her şey, Bahçeşehir Üniversitesi, A blok 2. katta başladı. Liseden sonra iki yıl ara verdiğim eğitime geri dönmüştüm. İki yılın ilki, sabahları dersane; öğlenden akşama kadar iş ve uyuya kalana kadar dersanenin sınavlarını çözmekle geçti. İkinci sene, "Olmaz" dedim. "Olmuyor". Vazgeçmiştim. Sonra, bir şeyler oldu ve yeniden başlamaya karar verdim. İşi bıraktım ve dersaneye başladım. Sabah 8, akşam 8... Rehber hocalarımla birlikte kapatıyorduk dersaneyi. Işıklar sönene kadar çıkmadım. Dışarıdan baktığınızda siz ne düşünürsünüz bilmem ama yüzde 50'yle Bahçeşehir Üniversitesi'ni kazanmak benim için büyük başarıydı. Aklımda İzmir vardı, Eskişehir, Kocaeli falan... Sadece gitmek istiyordum. Olgunlaşmak için, kendi iyiliğim için. Gidemedim. "Şehir dışında da aynı masraf oluyor" dedi annem ve Bahçeşehir'i yazdım. Babam olmasına rağmen, hayatta en az vakit geçirdiğim adam, "İki saat fazla çalışırım ne olmuş" dedi. O iki saatler, 5 sene içinde 4 saate çıktı. Sabah 9, gece 12... Aralıksız çalıştı, benim için; bizim için. Karşılıksız bırakmamalıydım. Sıfır İngilizce'yle hazırlık sınıfında başladım. Korka korka okudum. 2 kez kur atlayamadım ama güç bela verdim sınavı. Geçmiştim. Çok arkadaşım arkamda kaldı. Bir sene sonra görüşürdük, olsun...

İlk sene çok şey öğrendim. Emeklerini asla inkar edemeyeceğim iki güzel insan girdi hayatıma. Biri Mehmet, biri Mahmut hoca. Zaman içinde, sadece ders konusunda değil, hayat konusunda da rehberlik etmeye başladılar. Çoğu fikrim değişti. İnsanların fikirlerine saygı duymayı ve gerekli tepki vermeyi bana Mahmut Çınar öğretti. Anlaşamadığım insanlarla başka türlü konuşup, kimseyi yargılamamayı öğrendim. Mehmet hoca.. Sağolsun. Ne söylediyse çıkar. Daha ilk seneden gazeteciliği aşıladı. Okul gazetesine ilk haberimin girdiği hafta, Ali Kırca'ya röportaja yolladı. Alanda, yayında, gazetede... Gazetecilikle ilgili karşılaşabileceğimi söylediği her şeyle yüzleştim. Hep doğruyu bildi. Bana onurlu olmayı, gazeteci olurken insan olmayı öğretti. İnatçıydı evet. Kapısını bile çalmaya korkarlardı ama Mehmet hocayı tanımak; yüzmek gibiydi. Hani başta korkarsın sudan çıkmak istemezsin. Öyle. Sonra akşamladığımız gazete günleri geldi. Gazetelerden okuduğum, hayatım boyunca göremeyeceğimi düşündüğüm insanlarla röportajlar yaptım. Hepsi harika deneyimlerdi. Pırlanta gibi. Anneye bile "Öf" dedim ama bu ikiliye demedim :)

Bir de sosyal hayat kısmı vardı okulun. Tuhaftır. Biz 20 kişi yoktuk. Okulun öğrenci sayısı bakımından en rahat grubuyduk ama hiçbir zaman tam bir grup olamadık. Çocukça kavgalarımız, harcadığımız günler oldu. İlk heves, kalktık gittik birkaç yere ama sonrasında küçük küçük mesafeler girdi. Çok güzel insanlar da tanıdım tabii. Hepsi iyi ki var..

İlk yılımda "Atatürkçü Düşünce Kulübü" üyesi oldum. İşte burası kırılma noktasıydı. Asla hayatımdan çıkartmak istemeyeceğim insanları burada tanıdım. İlk olarak Ece, Emil ve sonrasında Umut, Ozan, Murat... Ve onların da arkadaşları tabii. İsim kalabalığı yapmayayım; pırlanta gibi insanlar tanıdım. Haklarını ödeyemem. Uzun yaz tattillerinde bile birlikteydik. Kendi evimden çok onların evinde kaldım. Yemekler, futbol maçları falan... Bir günün 24 saat olmasına ilk isyanım bu dönemlere rastlar. Çok dolu ve çok güzel yaşadık. Yaşayacağız da...
Aşık da oldum. En sonuncusu en güzeliydi. Hala daha öyle. Okul sayesinde Buse'yi tanıdım. Fermuar gibiyiz. Bu kadar kusursuz bir uyum... İngilizlerin "Perfect Match" dedikleri şey.. Neyse...

4. sene, ilk 3 sene almam gereken ne kadar ders varsa hepsini aldığım için bomboş geçti. Mezuniyet projem ve Hürriyet'teki işimi birlikte götürdüm. Kar, kış, güneş, Karaköy, çamur, boğazımı yakan kazaklar ve mezuniyet projem. Böyle bitti işte. Aptala döndüren rüzgarlar gibiydi 3 yıl ama 4. sınıfta yaşadığım mezuniyet dönemi Hindistan filmleri gibiydi. Bitmek bilmedi.

Çok sıkıntılar çektim ve çok da eğlendim... İyi ki okumuşum. İkinci şansı olmayanlardandım. Yaz okuluna, telafiye falan gidemezdim. Ben babama kazasız belasız, 4 sene sonunda mezun olma sözü verdim. Ve o sözü tutabildiğim için kendimle gurur duyabilirim...

Hayatım boyunca en büyük şansımın doğru insanlarla tanışmak ve arkadaşlık kurmak olduğuna inandım. Ne mutlu bana ki hep güzel insanlar çıktı karşıma.

Şimdi bambaşka bir hayat başlıyor. Yeni bir kapı açılıyor önümde. Belki babam daha az çalışmaya başlar bizim de televizyon karşısında maç özetlerini izlerken içtiğimiz çayların sayısı artar. Bakarsın birkaç sene sıkı sıkıya çalışıp, "Yeter baba. Artık dinlenme vaktin geldi" diyebilirim.

Çok şey olur daha... Hayat senin, hayat benim, hayat bizim... Her şeyin en güzeli sizinle olsun. Üzerimde emeği geçen herkese çok teşekkür ederim.

Hiç yorum yok: