31 Ağustos 2008 Pazar

Bıktım Abi Şu Memleketin Kadın Mevzundan!


Bugün baş döndüren bir gün yaşadım. Ordan oraya ordan oraya. Neyse, otobüse bincem hazırlandım falan, yolda bi amca gördü ''naaasıın olum'' ''iyi'' dedim ''güzel'' dedim. O sıra iki kadın geçti, bu sakalı sıvazladı, bir 'anam' diyişi var. Nasıl bir anne ise eminim ki vazgeçer o an anne olmaktan. Utandım ama insanlığımdan, bizi duyduklarından değil. Neyse yürüdük 20 metre, ''Neyse ben camiye kaçıyorum'' dedi. ''Tamam'' dedim. ''Biraz fazla yalvar da bugünkü namazını kabul etsin'' dedim. Tam o sıra bende gireyim de bi yüzümü ıslatayim dedim kendi kendime girdim camiye, tuvaletci bi hacı var, adı da Hacı. Neyse bu da sakalı tuttu ''Meişallah meişallah seni buralarda görmek ne kaadeeeer de güzel'' dedi. ''Yüzümü yıkıcam gidicem Hacı Abi acil işlerim var'' dedim hemen sıvıştım. Otobüse bindim. İki amele bir Japon kızı kesiyo. Ama ne kesme, aradan geçmeye kalksan kol bacak kopar. ''Ne bitmez kız mevzusudur bu milletin'' dedim kendi kendime. İki durak sonra bi 'gay' bindi, hemen gözlükleri çıkarttım taktım gözüme 'allah korusun' bişey mişey der. Tırsa tırsa gittim. Ha geldik ha gelcez, bitmeyen cumartesi trafiği, leş gibi olmasa da ter (terden korunmak için gömlekteki parfümümü kokkuyorum) çok da kalabalık otobüs. Bi yere geldik. 53 kişi bindi. Saydım. Ciddiyim. 3 erkek 50 kız. Türk yok içinde büyük ihtimal İngilizlerdi çünkü tam istediğim gibi yanık tenli, güzel gözlü, uzun boylu, güzel şortlu, alımlı, asil bir havaları var. 'Gay' bunlara bakıyo ve çok eminim kıskandığına o kızları 2 durak sonra indi çünkü, tüm ilgi onlara kayınca... Neyse kızlar da indi 3-4 durak sonra, yine otobüs ortalama yolcu sayısına yaklaştı devam ediyoruz. Terleye terleye yanımca ciyaklayan çocuğa inat sinirlerimi sakin tutarak devam ettim.Yeni bir tabir var aramızda arkadaşlarla ''Omo'nun yanına bantlanmış Cif gibisin'' diye bende 60 yaşlarına yakın bir kadınla bantlanmış şekilde vardım ineceğim yere. ''Ulan'' dedim ''Çok şükür.'' Kapılar açılmadı. O sıra bi adam geldi yemin ederim koluma girdi. 50 yaşında var. Neyse dedi ki ''şurda bi keltoş var ya ya omzuna vur, ya keline baksın bana'' dedi. Ben gözlüklerle tam Robocop. Dokundum adama, 'hadi olum iniyoz ya' dedi. Bunlar baktım benim ineceğim durakta incek, bi durak sonra indim, geri yürüdüm. Neyse gideceğim yere gidicem ışıklarda geri karşılaştık. onlar karşıda ben karşıda Allahtan zıt yerlere gidiyoruz. Tam yan yana geldik 'karıyı gördün mü la' dedi. O vakit bütün kızlardan, karılardan, dişiler aleminden soğduğum andı. Bıktım şu memleket insanının karı kız davasından !

28 Ağustos 2008 Perşembe

Hadi Bahçede Maç Yapalım --Korkmayın Bişey Olmaz--


Geçen gündü işte. Arkadaşlarla buluştuk, ilk okul çocukları. Herkes nasıl da büyümüş anlatamam. Değişik değişik tipler. Havasından geçilmeyen kızlar, sus pus olan çocuklar, hepsi de serseriydi, sonradan adam akıllı olmuşlar. Bir defasında hiç unutmam; İlyas vardı, o da geldi buluşmaya hatta. Gizem hocayı getirdi aklıma yine, yeni öğretmendi, yaş 23 siyaha bayılırdı. Saçı 4 renkti, İnkilap tarihi dersine gelirdi... Onun derslerine siyah eteğini giyinmişse çöp atmaya kalkardık. Etek giyinmemişse kimse çöp atmazdı. Neyse bu bir gün yine kızları etrafına toplamış göbek deldirme meselesini açmış, nasıl yapsam nasıl etsem diyodu. Bende tayfayı topladım; Gencay, İlyas, Salih, İrfan, Umut, Yiğit, Burak, bir de ben işte dedim ki; ''gelin ulan bahçede maç yapalım, anlamaz bile gittiğimizi'' dedim. Biz böylece çıktık dışarı hakikaten ruhu bile duymadı.. Haaa Oktay da var nasıl unuttum. Neyse çıktık bahçeye maça başladık. 20-25 dakka oldu, eski FiFA kokartı derbilerin hakemi değerli müdür yardımcımız kocaman böbeğini sallayarak bıyıklarından uçları görünen dudaklarının ucuyla ıslık çaldı, herkes döndü (hocamız hakikaten hakemdi eskiden) ''Ne sizin dersiniz.'' dedi. Benim de akrabamdır ayrıca, çocuklara demiştim ben varken bişey olmaz diye neyse ''boş hocam ders'' dedim. ''Hocanız kim'' dedi. ''Gizem'' dedim. ''Ama o okulda'' falan dedi. ''Gelin'' dedi. Bi çıktık sınıfa hocanın gittiğimizden bile haberi yok. ''Gizem nedir bu'' dedi. Hocanın da etrafı kız dolu yine. Saçını ne renge boyatacağını soruyo ''sana soracam hoca hanım!'' dedi. Beni de kulağımdan tuttu, ''topla gel ekibini'' dedi. 8 kişi odaya girdik. Burak'ın babası kasap, Salihin elektirikçi, Umutun polis, Oktay'ın şöför. Neyse; Hoca ''kapıyı aç arkada haydar var ver onu bana'' dedi. Açtım, insan falan yok. Nedir bu haydar ? Bi baktım kocaman sopa ! Kalınca bişey ! Ellerimize bir vurdu, bir vurdu. Şişti şişti ! Odadan çıktık. Bu arada da 7.sınıftayız, bi baktım Burak ağlıyo. Babası kasap olan. ''Ulan'' dedim. ''Harbi ana kuzusu, iyi ki annesi babasına teslim etmiyo!'' O gün bugündür, dersten kaçsak da bahçede oynamadık.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Atatürk'ü Unutturmak !


Atatürk'ü Unutturmak

19., 20.,21.... Kısacası 19.yy'da dünyaya gelmiş ve dünya ve Türkiye üzerinde hala daha hissettiren en büyük asker ve siyaset adamı Mustafa Kemal, tüm dünyanın kabul ettiği bu vasıflardan sıyırılarak ilkeleri, inkilapları, düşünceleri, oluşumları... kısacası adnında dair ne varsa dört bir koldan taciz ediliyor. Üstelik bu tacize girişenler, AB, ABD, PKK.. gibi dış mihraklar değil, kendi ülkesinin politikacısının oyunlarına alet oluyor.
O'nun ilkelerinin 'odağı haline gelen' partiler, onu reddeden şirketler, O'nun yerine Humeyni'yi seven kızlar gibi 'kendi memleketindeki vatandaşı da bu karalamanın içine çekiliyor.

Ne demişti AB 1999'da 'uyum paketlerine göre' resmi binalarda devlet büyüklerinin resmi olamazmış ! Atatürk resimleri kaldırılacakmış !

Özellikle son altı senedir yürütülen 'çağdaş' ve 'full teknolojik' alanlarda yürütülen kampanyalar ile Atatürk ve Atatürkçü'lük karalanacakmış !

Atatürk maskesi altında iş çeviren ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) üyeleri göz altına alınacakmış !

Atatürk'ü seven gazeteciler 'halkı silahlı direnişe teşvik ile kışkırtacak'mış !

Okullarda 'cemaatçi' öğretmenler öğrencilerin zihinden Atatürk'ü silecekmiş !

Bunlar ve bu gibi bir çok örnek var. Ama en son örnek çok çarpıcı !

ATATÜRK RESİMLERİ PARADAN KALKACAKMIŞ !

Yooook yaa ! Daha bir ay öncesine kadar 'laikliğin odağı olması tescillenen AKP'nin son icraatı ! Önceki 'Gençleri Koruma Yasası' fiyaskosundan sonra bir fiyasko daha !

Amaç gayet açıktır ! ATATÜRK'Ü UNUTTURMAK !

Önce ilkelerine göz dikip sabıkalı oldular ! Atatürkçü'lere gözdağı verip, Atatürk'çü basına baskı kurdular ! Bunlar yetmedi şimdide paradan resmini kaldırıp gelecek kuşaklara unutturmaya çalışıyorlar !

Bu icraata kalkışanlar 10 Kasıma gelmeyip de ''saat çalmadı'' bahanesi uyduran DTP Diyarbakır'lı siyasetçininki kadar küstahça bir davranıştır ! O gün bunları eleştiren AKP'liler bugün içine düştükleri tutarsızlıkların farkında değillerdir !
Atatürkçülük, kalan son kağıdı pankart yapıp, onu savunmayı bilecek kişilerin omzunda CUMHURİYET değerleri ile birlikte yükselecektir !

Cumhuriyetçiler ve Atatürkçü Gençlik fırtına kuşudur ! Rüzgara karşı uçar !
Bu saçma girişimin derhal engellenmesini istiyoruz !
İlkelerinin 'aykırı odaklarını', yarı sömürü olan ülkeyi tam sömürü haline getirmeye çalışan AB ve ABD'yi, O'nun düşüncesi dışında bir devlet düşünen, hayalini kuran, içinde yaşatan DAHİLİ ve harici kişiler, ülkeler istemiyoruz. Gençlerimizi uykudan uyandırarak yolumuza devam edeceğiz ! Mustafa Kemal'in dediği gibi ''BÜTÜN ÜMİDİM GENÇLİKTEDİR!''

ATA'MIZA SAHİP ÇIKALIM !

22 Ağustos 2008 Cuma

Uçurtma

Değişik bir yazdı. Alıştığımın dışında sıcak, alıştığımın dışında yorucu... Genelde sağa koş, sola koş vakit geçirirdim. Bir de kızları keserdim kendimce. ''Aaa bak o ne güzel, ama bunun bikinisi ne zaman değişti..'' falandır filandır derken en beğendiğim yan evdeki kız geldi yanıma. Kısacık bir şort, üstünde bir badi var sarı, bileğinin tekinde bir diğerinde, iki tane yazlık işi bilekliklerden takılı... Bende çömelmiş terleye terleye uçurtma yapıyorum, malum Balıkesir rüzgarlı yer güzel uçar. 'O çıta buranın, jelatin hani, kuyruk ne renk olsun'' diye diye saatlerce başında uğraştım. Yanıma geldi sonra kız... Ama çok sinirliyim, ''ne yapıyosun'' dedi, ''görünmüyo mu'' dedim, ''görünüyo, ben sadece konuşmak istedim'' dedi. Sonra o siyah ama kenarları beyaz çizgili tabanında kadın suratı olan terliklerini çime sürte sürte uzaklaştı.. ''Dur'' dedim. ''Neden'' dedi. ''Sana sürpiz yapıcaktım'' dedim mal gibi. Onca uğraştığım şeyi bir çırpıda kalp kırmamak için heba ettim de yolladım ya 'yazıklar olsun bana' neyse, olduğu yerde sıçradı ve ellerini omzuma koydu, teşekkür etti, iki yanağımdan öptü, bende o gazla ''ulan bi uçurtma daha yaprım beee, feda olsun'' dedim. Ayağımın altında dolaşıp durdu, eğiliyo bişey soruyo, şişe doldurup musluktan başıma döküyo, kola isteyince getiriyo, bende uğraşıyorum. Sonuçta yaldır yaldır bi uçurtma çıktı ortaya, kendimi sanatçı gibi hissediyorum, havamdan geçilmiyor. Neyse, akşam oldu ''yarın uçururuz artık'' dedim. Yine benzer sevinç gösterileri, hoplamalar zıplamalar falan, ertesi akşam saat 5'te uçurtmak için sözleştik, normalde arkadaşlarıyla olur yanıma gelmez ama denize falan beraber girmek istedi kaç kez. ''Lan'' diyorum, ''bu nasıl bi olaydır, anlamadım gitti.'' Öğlen yemeği yendi falan saat 5'e 5 var, çat kapı çaldı, baktım O ''selam'' ''selam'' zıplaya zıplaya aldı uçurtmayı küçük depodan, dün anahtara bile bakmış yerini biliyo, inceden de diyorum ki ''ilgi duyuyo bu bana.''
Uçurtmayı aldım, ipi saldım lan ne uçuyo ama, yaldır yaldır gökyüzünde bu gülüyo falan, o kadar hoşuma gitti ki, akşam içelim mi desem ''he'' dicek belli. Konuya gircem lafı dolandır, dolandır derken...
''Baksana bi'' dedim. ''Bakamam uçurtma uçuruyorum'' dedi. Hiç bu kadar kötü hissetmemiştim. 'çat' diye yedik lafı. Biraz zaman geçti sadece arada gülüyo başka da 'tık' yok. Acaip darlandım, çektim uçurtmayı aşağı, aldım elinden, çıtasını iki yerden kırdım, koyun gibi bakıyo içim cız etti ama ''boşver Gökmen, olum bak kız uçurtmaya aşık resmen, uçurtma varken şansın yok'' dedim. Baktım suratına, döndüm gittim. Bekliyorum ki seslensin, bi özür dilesin en azından. Yavaşladım, illa konuşcak çünkü.
''Gökmen' dedi.
''Efendim'' dedim.
''Bir daha ne zaman uçurtma yapacaksın'' dedi. O saniye yemin ettim. Artık uçurtmayla uzaktan yakından alakam olmaz arkadaş.

21 Ağustos 2008 Perşembe

Hayata dair 3 [Babam Üzerine]


Dünyanın en güzel babasına sahip olmak ne kadar da güzel bir duygu ama !
Bugün bir sefer daha anladım.. İkimiz de kendimizce görmüş, geçirmiş insanlar olduğumuzdan iletişimimiz farklı bir boyutta. O konuşmasa da ben hareketlerinden ne demek istediğini anlarım, konuşmalarından, gözlerinden...
Beklentilerimiz birdir, fikirlerimiz, ayrı düştüğümüz konu çok nadirdir. Tartışırsak da baba oğul gibi değil de, insandığımız davanın ağırlığını katarak dişe diş savunuruz hissiyatımızı. Geçenlerde beni öven bir müşterisinin sözünü keserek şöyle dedi. ''Nasrettin hoca beklenmedik bir şey yapmış, ona 'kavuğundan utan' demişler, O'da kavuğu çıkarıp 'marifet kavukta ise buyur sen tak' demiş. Yani bağlamak istediğim yer Deniz Hanım, beni övmeyi bırakınız. Onun içinde varmış'' dedi. Nasıl onur duydum ifade etmem neredeyse imkansız, ki ben normalde kendini gayet rahat ifade edebilen bir adamım. Bugün de --sanırım hala üniversiteyi kazanmamın mutluluğu içinde-- gayet sıcak bir şekilde iyi 'beyefendi'' konuştuk, o sırada içeriye bebek arabalı bir kadın geldi. Çok tatlı bir çocuk, gözleri simsiyah, cam gibi, saçları seyrek, kaşları yüzü hareketsizken telaşlı ifadesi veren bir yüzü var... Babam kapıya yanaştı, ''ne tatlı bebek'' dedi. Sonra bana döndü; ''bu da benim oğlum'' dedi. ''Zaman nasıl da geçiyor'' dedi ve hafif bir iç çekti. ''Gökmen'de buna benziyodu, o hallerini hatırlarım, hatta sonrası daha belirgindir, benim hanım beni arardı '10 dakikaya oradayız' derdi. Ben kapıya çıkardım, beni gördü mü yıkardı ortalığı çığlık çığlığa bağırırdı. 'babaaaaaaa, babaaaaaaa..' ben çıkar koşardım, içe basardı o zamanlar tek ayağını, suratı tombul tombuldu, sarılırdı yanak yanağa verirdik'' dedi. Ara sıra da gözleri bana kayıyor, düşündükleri zihnimde gayet net.. O da anladı, güldüm ben, o da güldü. Kalkıp sarılasım geldi ama kalabalıktı içerisi, sarılamadım. Az önce sarıldım ama mesela, o zamanki sarılamamamın da acısını çıkartarak hemde, birikmiş bir özlem ile, içten, samimi...
Şükrettim sonra, Sezen Aksu'nun dediği gibi, ''kısa ve zor bir macera ömür'' bu kısa ömürde, böylesi bir babaya sahip olmak harikulade bişey ! Ne mutlu bana !

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Hayata dair 2


Bir serseri rüzgara özenip, oradan oraya savurdu kendini gökyüzünde...
Sapanla öldürülen kuşların, hiç olmayan.. Ama hep anlatılan cennetlerinde gezdi çocuk. Bir ara bir türkü duydum dudaklarından, sesleri içim içim düştü yanlarıma, ecele sesleniyordu ki; muahakkak yapacak bir işi vardı. Ölü doğmuş çocuklar kadar yalnızdı, öyle görünüyordu, hissediyordu, bakışı öyleydi, nefesi donuyordu...
Gözlerinle uzun uzun arayarak seçmeye çalıştı oturacağı bankı. Bir yer seçti kendine sessiz sakin, soluna kayarak güneşten de sakladı kendini... Gözlerini ovdu, derin bir nefes aldı son nefesi alır gibi, derin bir nefes verdi son anda kurtulmuş gibi darboğazından herşeyin...
Sadece bir an düşündü, yalnız ağaçların rüzgarlarını hissetmek için açtı kollarını, parmakları da dal misali uzun mu uzun... Rüzgarla konuştu duygulu duygulu...
Şunu duydum ''Ne oldum, ne olacağım, neler olacak!''... Sustu.
Ve ben dün;
Bir serseri rüzgara özenip, oradan oraya savurdum kendimi gökyüzünde !
Sapanla öldürülen kuşların, hiç olmayan... Ama hep anlatılan cennetlerinde gezdim dün.
....
....
....
Şöyle dedim; ''Ne oldum, ne olacağım, neler olacak!''
Müphem!
Çok müphem!

15 Ağustos 2008 Cuma

Tatil Meseleleri ve Ülke Durumu


Ve halk için çalışıp çabalayan meclis, en sonunda tatile girdi. Herkes ayrı bir yerde tatilini geçiriyor ama tatil geçirilebilecek bir dönemden geçmiyor ülke...
Bir tane ''serseri'' ''Anıtkabir'i ziyaret etmem'' dedi, bizim Dış İşleri Bakanı ''bu sadece bir ayrıntı'' dedi. Bunu dediği zaman neredeydi. Roma'da.. kiminle yeni karısıyla... Amerika ülkenin tepesinde ne olup ne bitecek aç kurt gibi bekliyor, İran ile konuşulacak konular konusunda destek istiyor, bir diplomasi krizi yaşanıyor, Gürcistan'da savaş var... Dış İşleri Bakanı tatilde...
Ülkesini AB'ye şikayet etmekten, ''azınlıklar değil, müslümanlar da ibadet sorunu yaşıyor'' diyen, ülkenin parası ile dünyanın en güzel 'süit'lerinde kalan Dış İşleri Bakanını, bu mevzular gayet yormuş olmalı ! Neyse ki geldi sabaha karşı !

Bir diğer rezalet ise Ahmedinejad'ı ağırlama meselesi, sen sana cumhuriyeti armağan adamın kabrini gezmemesini engelliyorsun, başkentine getiremiyorsun, ama İstanbul'da SARAY'da ağırlıyorsun ! Hemde trafiği felç ederek, vatandaşı mağdur ederek, bir kez daha kendini küçük düşürerek ! Hemde bir 'serseri'ye karşı ! Yarın çıkıp diyeceksiniz ki ''diplomatik olarak köprü vazifesini en iyi şekilde görüyor, menfaatlerimiz için duraksamadan çalıyoruz!''

Uzlaşı vaadleri, umutları, yalanları ne oldu ? Rektör atamalarında bunların ''uzlaşısının'' imkansızlığını bir kez daha gördük ! ''Her kesimin'' Başbakanı ve Cumhurbaşkanı, taraflı olduğunu bir kez daha gösterdi ! Hani Cumhurbaşkanı olunca ''AKP gömleğini çıkartıp, tarafsız bir görüş'' izleyeceğini söyleyen Abdullah Gül nerede ? Hangimizin gözünde yine o ''halk çocuğu'' herkesin cumhurbaşkanı !

Genel Kurmay'a gelirsem, iyi şeyler gördüğümü söylemem mümkün değil ! Halkın güven oylarında her zaman en başta çıkan TSK bu kez ciddi bir prestij kaybına uğradı, hem halkın güvenini yitirdiler, hem de ''zırhlı'' otomobile sığınarak kendi kendilerine güvenlerini yitirdiler ! Terörle mücadele eden bir çok Genel Kurmay Başkanı görmüşken bu millet, böyle bir muameleyi daha önce kimseye görmedi. Ne değişti, neden böyle oldu bilemiyoruz. Ama değişen birşeylerin olduğunu söylemek hiçte zor değil.
Yılmaz Özdil üstadımın dediği gibi; ''Fetullah Hoca benim idolümdür'' diyen cumhurbaşkanının destroyer gibi yatla gezdiği bu ülkede, Genel Kurmay Başkanı'nın değil zırhlı AUDİ'ye, kaykaya binmesi bile fazla!....

[Bu ara yoğun tempomdan dolayı yazılarım sekmeye uğradı ve iki günde bire düştü. En kısa zamanda günlük olarak yazmaya devam edeceğim.. Beni okuyan Türkiye'deki 17 ilin, avrupadaki 5 memleketin insanlarına teşekkürü bir borç bilirim.]

Saygılar.. Sevgiler...

12 Ağustos 2008 Salı

Hayata dair 1

''Bilet alcam abi, beşi bir yerde, babam için yine çok gidicem'' dedim. Tamam dedi. Tabureyi gösterdi, oturdum bende.... Tatile çıkmadan bir kaç gün önceydi, geçen ay yani kısa bir 'baba' sitemimi dinledi O. O; sonra kendisi konuşmaya başladı.. Bu sıra bir Taksim otobüsü gitti... O kulubesinde caminin arka tarafında, bende kulube önünde taburedeyim. Ne olduğunu anlatmadan önce isterseniz 'kahraman'ı anlatalım.
1983 yılında bir kamyon kazasından sonra, yanlış teşhis sonucu sağ bacağı kesildi, şöförlükten oldu, karısından boşandı, oğulları var iki tane yadırgadılar babalarını, küçüğünü bilet satarak, misina takarak, kontür satarak okuttu. Evlendikten sonra 'beni bir daha arama baba' dedi. Aramadı o da. Hayatın zorluklarından bahsetti. Benim okumayı bırakıp çalışmak zorunda olduğumu biliyordu. Annemin hastalığından bahsetti. Babamın o ara ne zorluklarla annemi Avrupaya gönderdiğinden, bizim için ne kadar fedakarlık ettiğinden falan bahsetti... Normalde babasına ''of'' bile demeyen bir evladım ben, ama o gün ağzımdan kaçtı işte. Neyse; radyosunun yerini değişti kulubesinde, şarkı başladı sonra...
''Hani mutluluktu bu aşkın sonu,
Hani sevecektin bir ömür boyu...
Nasıl yaptın zalim sen bana bunu
Kader diyemezsin, sen kendin ettin'' Hiç unutmam yani... Neyse; babalığı, kendini, kazasını anlattı. Sonra yanlış teşhisten duyduğu üzüntüyü anlattı. Elinde bir küçük makas, misina kesiyor ve straforlara sarıyor hızlı hızlı, gözlerinin öyle tuhaf bir rengi var ki halka halka morlaşıyor dışarıya doğru... Gözlüğü burnunun ucunda iç çekiyor.
''Gökmen'' dedi. ''Aç olmasan ve bir evin olsa senin, herşey yolunda dermisin?'' dedi. Açık yüreklilik ile ''Hayır'' dedim. ''İşte bende abime bundan bahsettim'' dedi. Semtimizin üst taraflarında bir evi var iki katlı abisi ile ikisinin yarı yarıya ortaklar ve konuştuğum amcanın evi Kartal'da hergün dört araba ile gidip geliyor. Çektiği zorluklardan bahsederken böyle de dedi. Evi satmak istediğini, paraya ihtiyacı olduğunu, abisinin ise buna yanaşmadığını söyledi. Hatta insanın insanlar için yaptığı fedakarlığı anlatırken o 'hiç kimseye muhtaç olmayan adam' kendine de mahçup olmamak için gidişini gelişini anlattı.
''Gökmen'' dedi. ''Dört saat yol gidip geliyorum, hatta dün, ne oldu söylesem belki inanmazsın belki. En fazla 25 yaşında çocuk, ''Amca, sana yer verirdim ama çok yorgunum be'' dedi dedi.''
Hayretler içinde kaldım ben tabi. Bu arada iki otobüs daha gitti arka arkaya. ''Gitsene sen'' dedi, doğrulamadım bile.. kaldım öylece.
Sohbetlerimiz zaten uzun sürerdi, ama bu bir ayrı geçti, kısa zamana inanılmaz şeyler sığdırdı. Hele gözleri. Zorda kaldığımda aklıma gelir hala. O da benim babam gibi bir baba.. fedakarlıkları gerçekten çok büyük...
''Çok zekidir oğlum, benimle şimdi konuşmayan hani. Okumak istemiyorum dedi, zorladım bende burada görüyorsun beni, 20 senedir buralısın, 15 senedir herşeyin farkındasın, beni de bilirsin az çok...'' dedi.
Dersaneye göndermiş o hali ile onu anlattı, sabahladığı günleri anlattı, kulubeyi kapadığında akşamları Kartal'da ayakkabıcı arkadaşı ile çalışırmış.. sabahlarmış bazen... sırf okutmak için çocuklarını.
''Küçük ÖSS'de yük olmamak için tutturduğu okula gitmedi, açık okudu çalıştı.. 4 senelik bitirdi, işini eline aldı, beni bir daha aramadı'' dedi. Gelin de aynıymış, ee kendi oğlu öyle olursa.. 'el kızı' ne yapsın ?
Buna ve bunlara dair şeyler konuştuk.. uzun uzun düşündüm bende..
Hayatın ucuzluğu mu desem, ölümün yakınlığı mı, yaşamanın ustalığı mı desem, kaderin yanlızlığı mı.... Otobüse bindim, yüzlerce şey zihnimde geziniyo, 10 dakika ileride de yanlış tehşis ile bacağını kestikleri hastane
tam önünde bir simitçi çocuk var.. tek eli ile tuttu arabayı, ayağının teki ile tekere bastı, diğeri ile yarım bir kaldırım taşını o bastığı tekerin önüne koyup ayaklarını çekti.... Ne kolay değil mi ? Değil işte !

Bugün gittim görmeye, ne kulube ne kendisi... Umarım kulubesine bir yarım kaldırım taşı çekmeye çalışmadı o değneklerle... çünkü kime sorsam, bilmiyor O'na ne olduğunu !

8 Ağustos 2008 Cuma

GÜNDEM

Kapatma Davası Sonucu

Dava görüldü. Ülke için iyi oldu şeklinde yorumlar fazlası ile medyada mevcut. Hele AKP medyasından durumu takip ederseniz, Recepin Tavuklarının neler yumurtladıklarını görür, hayrete bile düşersiniz.
Yabancı yatırıma imtiyaz tanıyan AKP Hükümetinin kapanması, Türkiye ile ticari ilişkilerde bulunan hiç bir ülkenin işine gelmeyecekti, çünkü ne Avrupa toplumu ne de kendi çıkarından başka bir amaç gütmeyen ve kanlı senaryoları yazan ABD'nin de işine gelmeyecekti. Teslimiyetçiliğin öngördüğü davranışlar topluluğu içindeki AKP kendi hayatını kurtarmakla birlikte, sürekli gençliği ve ülkeyi tartaklayan, demokrasi öngören, özgüven kaybına neden olan, demokrasiyi ön görmekle kalmayıp, ilk kadın millet vekilinin (dünyada ilk) yapıldığı ülkeye demokrasi ve özgürlük anlatmaya çalışan AB nin işine de fazlasıyla geldi. Bakın Sorosun üniversitelerine, bakın yatırımlarına, en karlı AB çıktı. Sonra ABD İslamın yükseliş propagandası ülkede devam ederken, güzel dinimiz, takunyalı, badem bıyıklı adamların elinde kalmaya devam etti... Edecekte elbette bir süre daha.
Bir zaman gelicek, tüm bezirganların düşütğü çukura onlar da düşecek. Vatan dirilecek. Güngörende bir kez daha bomba patlamayacak (!!) Unutmayın, PKK hala olayı üstlenmedi.


Orman Yangınları

Ülkenin ciğeri cayır cayır yandı. Rantını kim yiyecek henüz belli değil. Hangi ülkenin oteli gelip orayı golf sahası yapacak bilemiyoruz. Asıl can sıkan taraf, beldesi yanan valinin Çeşme'ye tatile gitmesi. Ne kadar acı, komik, sahtekarca, utanmazca... Yılmaz Özdil de yazmış, diyor ki ''81 ilin 209 bin tane makam aracı var. 18 tane yangın söndürme halikopteri var. 12si kiralık üstelik'' diyor. Ters giden şeyler var ama en çok ters giden kocaaa memleket ! Belden yanarken tatile gidersen Çeşme'ye sonra golf sahası yapılan yanmış araziye 'delik' yaparlar seni !!

Konya'da Ölen KIZLARIMIZ !

Özellikle kızlarımız yazdım. Çünkü o yıkıntıda ölen kızların ana babası ''kızım şehit oldu, ilahi takdir, şikayetçi değiliz..'' mavalları okuyan 'insancıklar' anne baba olabilme vasfına erişmiş insanlar değiller ! 6 senedir din bezirganlığı yapan hükümet ve şakşakçı meydası, başbakan RTE'nin neden üç çocuk istediğini anlamış olmalı ! Evinde oturup derslerine çalışması gereken kızlarımız, kapatıldıkları pislik yuvasında nasıl can verdiler ama !
Hala daha üzülüyorum, çünkü biliyorum ki hapiste sorumlular 'kral' gibi yatıyorlar ! Besleniyorlar ! Bunlara göz yuman AKP belediyelerinin ofislerinde, evlerinde, her an ellerinde cemaatlerinin yayınları var !
Bu sorumluluğun bedelini son dönemde 'sarsılan' adalet sistemi nasıl yargılayacak bilmiyorum ama, ahirette hesabının nasıl sorulacağı çok açık !


Tatil dönüşü kısa bir giriş yaptım. Bu gündemin sadece yarısı, ilerisi için yazacak çok şeyimiz var.
Saygılar.