29 Kasım 2008 Cumartesi

Yazsam Tesiri Yok, Yazmasam Gönlüm Razı Değil...

Ne yapıcam, ne edicem bilmiyorum ki... Herşey üst-üste geldi şu son günlerde... Mavili günler istiyorum... Mavi yastıklara uzanmak, sarı güneşin altına... Yeşil çimenlerin üzerinde...
Ne güneş var, ne kuru çimen, ne de mavi yastık. Rahat değilim, annemi özledim, içinden çıkamadığım şeyler var, gerçekleştirmek istediğim bir çok şey var... Ama hepsi istek!
Çok yoruldum ben gözlerim, çok yoruldum! Bakmayın bana öyle..!

27 Kasım 2008 Perşembe

'' Bir Gün Daha Böyle Geçti... ''

Bugün yağmur vardı, aklıma yine aynı şey geldi... En son böyle yağdığı zaman sokaktaydım ve koşa koşa arkadaşımın evine gidiyodum... Saat çoktan 22:00'ı geçmiş, çoraplarıma kadar ıslağım yine (bot giymeme inadı). Ellerimi kalorifere yasladım, daha montumu bile çıkartmadan direk başladım söze; ''Galiba aşık oldum biladerim'' o da o sırada tam kahve koymaya hazırlanıyordu, ketıla (bilmiyorum böyle mi yazılıyo) suyu doldurmuş ve tam yerleştiriyordu ki eli havada bir şekilde tam terse dönerek bana baktı, (ben o sıra ellerime bakıyordum) hissettim bende baktım... ''Hadi canım!'' dedi. İnanmadı biliyodum. ''Peki beni buraya bu saatte atan şey başka ne olabilir'' dedim, ''Bende onu soracaktım'' dedi. Ayaklarımı sürte sürte portmantoya gidip anorağımı astım, şapkamı çıkarttım, kumandayı elime aldım kanal değiştirmeden tuşları ile oynamaya başladım. Geldi kahveler ile, ''Anlat bakim olum, çatlatmak mı istiyosun beni!'' dedi. Başlayacağım yeri bilemedim tabi, sustum, sonra tekrar sordu... Detayına girmeden anlattım, dikkatlice dinledi ve televizyonu kapattı biraz daha yaklaştı... Gözlerime baktı... Eğildi şöyle bi... ''Ne yapacaksın'' dedi. İşte bende tam burasını bilmediğim için başımı eğdim. ''Bilmiyorum kardeşim'' dedim. Elini koydu omzuma, ''15 senedir beraberiz biz, yaparsın sen bişey hem haberi olmadıktan sonra senin sevginin kıymeti var mı sanıyorsun'' dedi.
''15 senedir sen haklıydın, bugün de sen haklısın kardeşim'' dedim. Sonra doğal olarak konu hayatın kısalığına, acımasızlığına, eşitsizliğine geldi... Karamsar olduğum her an, gözlerimi halıdaki desenlerde gezdirdim uzun uzun... Bazen de öyle konuştu ki, içim ferahladı. O zamanlar kıstım gözlerimi hafifçe kirpiklerimin arasına nesneler koyarak şeklini getirdim, uzaktan gördüğüm zamanlardaki anları getirdim, uzaklaşıp yakınlaştığın, yavaş yavaş gözlerimin önünden kaybolduğun anları getirdim. ''Kardeşim, bir kahve daha koyarmısın bana'' dedim, ''Tabi'' dedi. O ara yine halıdaki desenleri izledim... Kahveler geldi, ''Bir de beni getir gözünün önüne'' dedi. ''Haklısın'' dedim. Yine oturdu, yine konuştuk... Sonra uyuya kalmışım işte... Bİr battaniyeye sıkı sıkı sarılmış, biraz da üşümüş şekilde uyandım. Okula gitmek için kalktım, saçlarıma baktım, eve uğradım, okula vardım, okuldaydım, eve döndüm ve yine bişey yapmadım, yapamadım...

Bugün de, Picasso'nun hayran kaldığım resminin önünde geçirdiğim zaman geldi aklıma...
Ona dokunmak ''yasaktı'' buna dokunmak ise, istesem de yapamayacağım bişeydi, ''imkansızdı''
Hem her hali ile Picasso'nun tablosundan güzeldi... Beklemedim önünde tabi...
Saatler geçti tabiki sonra... Sonra o cennetine döndü, bende küçük odama döndüm.
Bir gün daha böyle geçti...

25 Kasım 2008 Salı

Siyaha Çalan Gariban Mavi


''Çok güzelsin, üstelik, o kadar ki, artık ben bile yanında kendini beğenmeyen bir adamım... Karşına bir sandalye çekip günlerce izlenecek kadarsın... Ve dediğim gibi 'abartma' diyenlere... Az bile anlatıyorum seni...''
Sustu... Zaten bana hiç konuşmamıştı. Odada dolanmaya başladım tekrardan, kitaplıktan bir kitap çektim sıradan, ''Az Kullanılmış Aşklar'' kitabın adı. ''Ne garip rüya bu'' dedim, gözlerimi biraz daha sıkarak devam ettim uyumaya. O ara o da kalktı, uzandı cezveye, kahveyi de aldı, iki küp şeker aldı, fincanı çıkardı; yarım kalp vardı üzerinde. Ben gittim, az sonra geldi kahveler ile sessizce bıraktı önüme tam karşıma oturdu. Zaten sürekli karşısında 'basireti kitlenen' bir adam olduğumdan yine konuşamadım, en güzeli uzun uzun izlemekti, en güzelini yaptım... ''Öğrenilecek çok şeyi var bu güzelliğin'' dedim, kendi yanağıma dokundum elimin tersi ile soğuk ve iticiydim... Onun karşısında beyaz duvar, benim karşımda ise geniş bir dolabın, ayna görevi gören koyu camları... Baktım yüzüme, kendimden utandım. ''Olmayacak'' dedim, hızla kalkarak uzaklaşmaya başladım... Önünden geçerken kitabı aldım kitaplıktan... Arkamı dönecek kudretim bile yoktu. Utanarak uzaklaştım... Kapı kolunu açtığımda ise gördüklerim tam anlamıyla inanılmazdı... Uçurumdayım ve binalar yerde çocukluğumda sevdiğim gri misketler gibi güneşten parlıyorlar... Az öte deniz, yukarısı mavinin en uçuk tonları... Bir döndüm arkamı, dünyanın en güzel kızı olmuş birden! Oturmuş koltuğuna... Başımı çevirdim, gözlerimin dokunduğu her yer cennetten bir yer oluyor sanki... Sonra 'o gün' olduğu gibi göz göze geldik... Eski bir plak dönmeye başladı... Sonra uyandım.
Belki de, uyandığıma hiç bu kadar üzülmemiştim.
**

Neyse işte, cesaretimin varlığı bu yükü karşılamaya yetmiyor işte... Yeter mi ? Zor. Daha başımı kaldırıp yüzüne bakamıyorum, başım ağır geliyor. Sana baktıkça yeşil gözlerimi yakıştıramıyorum yüzüme... Saçlarımı da, kaşlarımı da, ellerimi de... Kudret ? Yok!

Ama bazen de...
Deli gibi yağan yağmur ile başka bir sokağa sürüklenmiş 'tertemiz' bir çakıl taşı gibiyim... Ayıklanmış, parlak, ıslak... İçimin taşlığı tertemiz... Rüyamdaki gökyüzü gibi aynı... Mavi... Mavi, umuttur her yerde!
**

Sonuç ise, ''BİLMİYORUM !''
Bilecek kudretim yok!

23 Kasım 2008 Pazar

Teşekkürler


Türkiye için iyi rakam bence. Şurda blogu açalı çok olmadı ama 31 şehir 354 ziyaretçi, ki bunlar bir kere bakan çıkarlar değil.
Çok mutlu oldum, paylaşmak istedim..
Bu rakam ayın 1'i ile 23 Kasım 2008 arasının tarihidir.

21 Kasım 2008 Cuma

Gitar, Gramafon, Bülent Ortaçgil, Sahneler, Teoman...


Öyleydi ki, düşünüp şekillendirmeye çalışıyorum, çok başarısızım, bilmiyorum size nasıl anlatabilirim. En azından anlatmaya çalışcam.
...
Okuldayım, ilk günler daha kimsesizler gibiyi
m, yazamıyorum, çizemiyorum, konuşamıyorum... O kadar garip ki herşey, ilk kez doğmuş biri gibiyim, ya da doğar doğmaz üniversiteden başlamış gibi (kulağa hoş geliyor evet). Sonra çay aldım bir bardak (sonrası Türk filmi gibi) yavaş adımlarla geniş merdivenleri çıkıyorum sadece önüme serili merdivenlere bakarak... Kafamı bir kaldırdım! 100 sene cehennemde yanmış, günahları ödenmiş adamlar gibi oldum! Cennet gözlerimin önüne geldi önüne! Ne böyle bir yüz! Ne böyle bir ifade! Ne böyle saçlar! Ne böyle gözler..! Ellerim titredi, göz kapaklarım hafifledi, biyolojim değişti o an eminim. İnsaniyet duygularımdan birisi çalıştı tekrardan... Gözbebeklerinde kendimi gördüm kendimi! O derece yakındım, bakışıyorduk... O çıkıyordu, ben iniyordum. Parmak uçlarım ısındı ama çayı tutan elimi değiştirmek bile aklımdan geçmedi. Sonra o günlerin, 'çekilirken kaymış' fotokopileri gibiydi, ne tam öyleydi ne de azı. ''Öyle'' olmadı daha.
...
Geziyorum ediyorum sağda solda, sadece o bakışları hatırlıyorum. Adı veya kendi geçince de boş tiyatro sahneleri, Bülent Ortaçgil gitarı, Teoman'ın sesi, Murathan Mungan şiirleri, taş plaklar ve İsmet İnönü'nün evinde kızının bize çaldığı gramafonun sesi...

Her saat çaldığında üzülüyorum böyle.
Bilmem anlatabildim mi..?

20 Kasım 2008 Perşembe

Alt Tarafı Bir ''TEŞEKKÜR''

Geçenlerde yazısını okudum Yılmaz Özdil'in, ATV'de haber müdürü olarak çalışırken Osmanlı soyundan gelen ve Vahdettin'den sonra tahta geçecek olan, gayet yaşlı ve tıknaz bir adamı konuk etmiş, adını şu an hatırlamıyorum soyadı sanırım Evliyazade idi. Adam diyor ki, ''Bizim için kötü oldu ama, kazanan Türk milleti oldu... Layık olduğu gibi yönetilen, saygı duyulan, sözü geçen bir toplum oldu. Eğer Osmanlı kalsa idi, şimdiki gibi olmazdı hiçbirşey.... Onu bunu bırakalım, ATATÜRK OLMASA, İSTANBUL OLMAZDI'' dikkatinizi çekerim, İstanbul'u 1453'te alan Fatih'in yerine tahta geçecek adam söylüyor bunu.
Bugüne bakın, sağda solda liberal yalakalar ağız, burun yapıyorlar ve direk Gazi'yi küçük görüp eleştirme yarışına gidiyorlar.

Şimdi düşünün, bir arkadaşınızla bir yere oturdunuz, iki çay geldi arkadaşınız ısmarladı çayları.
Ne dersiniz arkadaşınıza ? ''Teşekkür ederim'' dersiniz değil mi ?

Minneti geçtim. Teşekkür bile yok. Yaşınızdan utanın ! Sıfatsızlar !

17 Kasım 2008 Pazartesi

..?

Artık gerçekten kendim hakkında bişeyler bilmek istiyorum.
O kadara belirsiz ki herşey, ya 2 saat sonra ölcem mutluluktan ya da kabuğumu sıkarak içime kapanacağım biraz daha...
Sıkıldım herşeyin belirsizliğinden, her yer su, her yer ıslak.... En derin olanı ben sadece akşamları göremiyorum, o yüzden de kestiremiyorum.

Kendime üzülmekten başka çarem var mı ?
-''Göreceğiz!''

10 Kasım 2008 Pazartesi

10 Kasım'a Dair

Bugün, 70 senenin acısının yanına, diri tutulan bir umut milyonlarca temiz zihin, ilerici, akılcı, daha bilinçli bireyler ekliyoruz. Zaman zaman ışığından, zaman zaman sıcaklığından faydalandığımız insan olma duygumuzun içine her zamankinden daha fazla Mustafa Kemal'i idrak ettirip yaşatıyoruz.

Can ve diş ile savunduğumuz, adını ''toprak''tan çıkartıp, ''vatan'' yaptığımız memleketimizi, yere düşen alnımızın teri ile esir olma durumunda akacak kana karıştıracağımıza söz vererek, hurafeleri, dogmaları, yanlışları reddererek, ilimi, fenni, bilimi, irfanı örnek alarak medeniyet çıtasında yukarılara çıkması için çalışıyoruz.

Çalışacağız.

Durmayacağız.

Bugün 10 Kasım, Kasım'ın 10'u...
Ölmeden üç gün önce hasta yatağından dediği gibi ''Beni görmek demek, behamel yüzümü görmek değildir. Beni anlıyor ve fikirlerimi benimsiyorsanız bu kafidir.'' Demişti.
Aradan geçen 70 sene sonrasında, bugün hala aynı fikirleri benimseyen insan topluluğu.... O'nun kurduğu Cumhuriyetin 85 yılı doldurması, yaptığı devrimlerin gücünün fazlalığı, kalıcılığı, güzelliği o kadar sene ayakta kalmasından anlaşılıyor..

Bugün O'nu unutturmak isteyenlere karşı verdiğimiz savaşın da 70. yılı...
Bugün O'nu 'tamamen' zihnen var ettiğimizin 70.yılı...
Bugün O'nu cennete yollayışımızın 70. yılı...

Çok bölük yazdım ama kusura bakmayın duygularım o kadar baskın ki hangisini kullanacağımı, hangisine yer vereceğimi cidden şaşırıyorum o yüzden bölük bölük gelebilir okurken...

Ben bu sayfayı okuyan yobazları da, yazılarıma yaptıkları yorumlara da, gelen tehtit maillerine de cevap atmadıklarıma da seslenerek bitirmek istiyorum...

Siz şeyhlerin dizlerine kapanan sünepeler...
Siz para konuşturan tarikatların zengin züppeleri...
Siz hortumcular, hırsızlar, düzenbazlar, askerden kaçanlar, oğlunu kaçıranlar...

Biliniz ki;
Burası, yani haritada gördüğünüz tüm memleket adını sevmeseniz de TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI'DIR!

Bu Cumhuriyet, sizin kör zekanızdan değil, aydınlık ile, güzel fikir ile, ilericilik ve ilim ile, öğretmenleri ile, gençleri ile istemeseniz de İLERİ gidecektir.

Biz de toprak olacağız, biz de yerin altına karışacağız...
Ama çocuklarımız, onların çocukları... kısacası her kuşak Cumhuriyet devrini yaşayacak, var edecek, ileri taşıyacaktır.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
RAHAT UYU BAŞÖĞRETMENİM!

4 Kasım 2008 Salı

Mustafa Filmine Dair!

Mustafa’ya gittim...Sarhoş. Kafayı bulunca ağlayan...Hoyrat.Soğuk.Kalpsiz.Çevresine eziyet eden...İtiraz edeni asan...Arkadaşlarını satan...Goygoycuların dolduruşuna gelen...Milletten bihaber.Hatta milleti küçümseyen...Alay eden.Hesabını kitabını bilmeyen...Batı hayranı.Sefa düşkünü.O balo senin...Bu balo benim, gezen.Zampara.Cephede bile karı-kız düşünen...Savaşmadığı için sıkılan...Ordu varken, çete kurmaya kalkan...Devrimleri intikam için yapan...Dinsiz.Kendi heykellerini diktiren...Megaloman.Bencil.Günde 3 paket sigara içen.Usul usul intihar eden...Psikolojik bunalımda...Yalnız.Çaresiz.Basiretsiz.Zavallı bir adam.*Mustafa’daki Mustafa bu.*Anafartalar 1 saniye.İşgal 2 saniye.Tası tarağı toplayıp kaçmak için, sığır sürüsünün çıkardığı toz bulutundan bile tırsan... Sığır sürüsüyle düşman ordusunu ayırt etmekten aciz biri... Başkomutanlık meydan muharebesi desen... Taktiğini falan başkasından araklamış zaten.*Hak edilmiş bence Oscar...En azından Nobel.


Hayatımda örnek aldığım (bir gazetecilik okuyan gazeteci adayı olarak) yazar Yılmaz Özdil böyle demiş.
Haksız mı ! Yine değil !
Atatürk'ümüz bu değil.
Bence (!) Kıymetli görüşlerini belirtmek isteyen arkadaşlar aşağıya yorumlarını yazabilirler.

1 Kasım 2008 Cumartesi

Yorulmaktan Bir Hal Olmak!


Artık hızına yetişemediğim bir hayatım var. Ama asla şikayetçi değilim çünkü memnuniyet herşeyin yerini alıyor. Deseniz ki ''dersler nasıl'' bir kerede ''iyi'' diyemem ama derslerin insanlara katamayacağı şeylere sahip oldum. Yeni arkadaşlar, ortamlar, sohbetler, toplantlar, paylaşımlar.... Herşey o kadar güzel ki, nokta eksilse hayatımdan büyü bozulacak gibi. Dün mesela, Mtv'de Toprak Sergen'in hazırlayıp sunduğu ''İkilem'' programına konuktuk okul olarak, Atatürkçü Düşünce Klübü olarak. İlgi, alaka hatta şevkat süperdi, bir kereck çok komik duruma düştüm (sadece Umut canlı tanık oldu birebir) onun dışında herşey harikayı... aslında işin gerçeğine bakarsanız o da süperdi. 11:20'de biten yayından sonra İstikal'e daha doğrusu Nevizade'ye içmeye gittik. Hem giderken, hem gelirken, elleri cebinde Amerikan filmlerindeki 'dertsiz' karakterler gibi, özgürlüğün tadını çıkararak ellerim cebimde soludum defalarca... Uzun uzun, özgür özgür...

Saat 3:00'de çıktığımızda başka bir yerlere gitmeye istekli 'iştahlı' insanları görmek de ayrıca enteresandı. Sonuç olarak evlere dağılacaktık (kalkarken belliydi) öyle de oldu.
Hemen uygun bir mesajla eve 'dönemeyeceğimin' haberini verdim anneme, sonra da bol baş ağrılı, kahvesiz, kalemsiz ve deftersiz 'alışık olmadığım' bir gece geçirdim.
Kafam laptopa düşecekti ki, biraz daha bünyemi zorlarsam ruhumu teslim edeceğimin farkına vardım ve doğru yatağa yattım (lanet olsun ki dişlerimi parmaklarımla fırçaladım) sabahın 10'unda kalkıp tekrardan yollara düştüm.
Bu yazıyı yazarken bana yardımcı olan, ekstra kuvvet veren, taşıyamadığım kollarımın naciz parmaklarına kuvvet veren Allah'ıma teşekkür ediyorum ve müsadenizi istiyorum. Fazlasıyla uyumaya ihtiyaç duyan bi 'beden' taşımanın üzüntüsüyle kendimi bulduğum ilk yatağa yüzü koyu atacağımın sözünü vererek huzurlarınızdan ayrılıyorum.

Alkışlar için saolun. (: