29 Ocak 2010 Cuma

"Tel sarar kızıma tel sarar..."

İnsan bazen çok tuhaf şeyler yaşar. Tuhaflıkların da derecesi vardır ama değil mi? Vardı. Önce ruhum içimden çekildi gitti. Birsen Tezer, "İstanbul" dedi, hatırlamıyorum gerisini..
Sanki yanımda başkasını ve beni aynı derecede seven bir kız ağlıyordu bir şiire. Bakıyordum uzun uzun gözlerinden düşenlere. Sarılıyordum. Kayıp gidiyordu herşey.
Her sarıldığımda sıkıp içime sokmaktan çok ıskalıyordum bişeyleri... Öldürdüğünü unutmuşum bir kuşu çok sıkmanın avuçlarında...
Düşünmeden davranmanın acısı da, sonradan gelir değil mi ? Sonradan geldi evet...

Ama emindim içimi güzel güzel döktüğüme. "Anlıyorum" diyor, bana hak veriyordu sanki karşımdaki küçük kız. Seviniyordum çünkü kendimi anlatabilmenin, üstelik anlaşılabilmenin huzurunu, gururunu yaşıyordum. Bir oyundan bir sahne değildim. Değildik. Hiç olmadık! Başka başka maskelerle gelmedim demir kapına.. Bardağından su içerken maskemi çıkarıp kapı koluna asmadım mutfağının.

Kırıldın değil mi ? Tamiri zor olan bir oyuncak gibisin şimdi. Kendi halinde, benim sevmediğim şarkılardan birisini dinleyerek düşünüyorsun belki. Belki de eşlik ediyorsun, gözlerin doluyor, bir şiir okuyorsun, şiirde bir baba kızına tel sarıyor...

"Tel sarar kızıma tel sarar..."

Bana kızıyorsun belki. Belki değil kızıyorsun...

Çok istediğin bir anahtar var elinde sanki. Bir kapıyı kitleyip gitme lüksün, gücün var... Ama bunu üzülerek yapıyorsun.
Sevinç ile hüzün, acı ile neşe, ağlamak ile gülmek arasında gidip geliyorsun.
Yanlış bir karar almaya gidiyorsun küçük kız..

Birgün uyanıp üzülmeni istemiyorum. Bir şehirden, İstanbul'dan, kıtandan, evinden... Neresi olursa olsun, kaçarak gitmeni istemiyorum benden.

"Söyledim gideceğimi" diyeceksin. "Duymadım" diyeceğim. Duymadığım için...

Masayı kendin toplayacaksın. Zaten hep kendin topladın. Yatağını açtın, uyudun.... Uyudun mu sahiden?

Rüyana girdi bir adam.

"Tel sarar kızıma tel sarar..."

25 Ocak 2010 Pazartesi

Aşk at mıdır ? Topal bir adam mıdır ?

İki yanımda iki melek var. Etrafımda uçuşup, rüyalarıma girip, yollarıma çıkıp bişeyler anlatıyorlar kollarımdan çekiştirerek sürekli...
İçimdeki susmayan ses "İmkansızı iste" diyor. Ama isteyemem ki bile bile. İmkansız neden istenir ki hem ?
Kolları yoruldu meleklerimin. Bana dua edenlerin. Dilleri yoruldu ısrar edenlerin...
Rüyalarımda sağa sola uçup dikkatimi çekmek için, hızlı hızlı çırpınan kanatları dinlensin diye oturuyor şimdi.

Soluklanıyorum bende. Bir suç işlemeye gider gibi, işlemiş ama saklanıyor gibi, vicdani bir kavga yapıyor gibi, çığlık ata ata kaçıyor gibi.. "Ne yapıyorsun Gökmen" diyorum hep.

Durmam, kendimle konuşmam, sessizce oturup çenemi kapamam gerek.

Bu arada, nedir aşk ?
Koşan bir at mıdır,
Topal bir adam mıdır... ?
Topal olduğu için ata binen adam mıdır ?
Atlar hep ölür mü ?

......
Yine başladılar. Kulaklarımı tıkıyorum. Kendimi seviyorum...

24 Ocak 2010 Pazar

Uğurlar olsun...


"Kimi ölüler bize ne kadar yakın, yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü."

Uğur Mumcu


"Bir pazar sabahıydı, Ankara kar altında... Zemheri ayazıydı, yaz güneşi koynunda... Ucuz can pazarıydı, kalemim düştü kana, kalemim düştü kana... Uğurlar olsun, uğurlar olsun... Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun.."


Daha kötüdür devamı. Hep üzer. "Kan doldu gözlerine..." gibi. "Şarapnel parçaları, saplandı yüreğime..." gibi.


Tertemiz bir adamdı. Karanlık ondan çok korkardı... O kadar iyi anlıyorum ki onu... Ve tuhaftır, onu öldüren şerefsizi de anlıyorum. Korkarlar çünkü bu ülkede doğruyu söyleyenden. Sevmezler. Ya arabasına bomba koyarlar, ya da yaklaşıp sinsi sinsi ışıklarda durduğunda, sıkarlar kurşunu!


Şimdi bu işler değişti tabi. Artık yeşil kollu canavarın çalışma yöntemi çok değişti. İçeri atıyolar artık. Susmazsan suçlusun...


Şimdi bile korkuyorum ben aslında biliyor musunuz? Acaba Yılmaz Özdil evine kolay gidip geliyor mudur? Tehtit ediyorlar mıdır Can Ataklı'yı ? Siyah arabalar içinde, bir köşede kıstırıp kafasına sıkmak için plan yapıyorlar mıdır Nihat Genç için ? Ya oktay Ekşi, düşünmüş müdür birileri torununa oyuncak alırken dayamak kafasına silahı ?


Korkuyorum. Hassasiyetimi bu denli geliştiren sadece gazetecilik öğrencisi olmam değil. Düşüneni susturan, hapislere atan, süren, şiir yazana karşı çıkan, şiir yazdığı için kovulan adamlar var çünkü... 40 dilde şiirleri var Nazım'ın, kendi ülkesinde kendi dili ile yasak değil miydi ?


Sanıyorum ki, iyiler gerçekten çok yaşamıyor. Çünkü her bir isim yazdığımda bir tane daha geliyor aklıma. Atila İlhan... ? Neler söylediler arkasından ölünce ?


Bugün 24 Ocak, Uğur Mumcu'nun, karanlığa mum yakan güzel adamın ölüm yıl dönümü... 17 senedir üzülüyoruz ama 17 sene arkasından aynı korkularla yaşıyoruz...


Sormak lazım, bu kadar çok mu korkulur aydınlıktan ? Korkuyor yarasalar. Kör olacaklar çünkü aydınlık olursa.


Bugün aklımızdan geçen, isimsiz korkuları yüreğimize katmadan yaşamak günü. Gerekirse de feda olmak bu yolda...


Ne diyor Nazım üstad ötesinden, "Sen yanmasan,

ben yanmasam,

biz yanmazsak,

nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...?"

23 Ocak 2010 Cumartesi

Güzel bir şiir ...

"yedi kapılı teb şehrini kuran kim?
kitaplar yalnız kralların adını yazar.
yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
bir de babil varmış boyuna yıkılan,
kim yapmış babil'i her seferinde ?
yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen lima 'nın ?
ne oldular dersin duvarcılar çin seddi bitince ?
yüce roma 'da zafer anıtı ne kadar çok!
kimlerdir acaba bu anıtları dikenler ?
sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri ?
yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca bizans 'ta ?
atlantis 'te , o masallar ülkesinde bile,
boğulurken insanlar bir gece yarısı
bağırıp imdat istemişler kölelerinden.
hindistan 'ı nasıl aldı tüysüz iskender ?
tek başına mı aldı orayı ?
nasıl yendiydi galyalıları sezar
bir aşçı olsun yok muydu yanında ?"

Yazacaklarım ki bu.

İtalyan kültür merkezinde okulun belgesel gösterimi vardı. 3.sınıf öğrencileri harika şeyler çıkartmış ortaya... Bunu yazacağım, ama sonra.

21 Ocak 2010 Perşembe

Bu kadar mı kalpsizsin başbakan ?


Beyin ödemli, kanama var.

Akciğerler yapışmış, iltihaplı.

Kalp ileri derecede yumuşamış.

Karaciğer büyümüş, sarımsı.

Böbrekler taşlaşmış.

Dalak küçülmüş, kurumuş.

Mide yeşil safra dolu.

Bağırsaklar sert, şiş.

Kaslar gevşek, erimiş.

Deride dökülme var.

Sırtta çürüme.


Yılmaz Özdil'in bugünkü yazısından.. Bu okuduğunuz şey, açlık grevinde ölen birisinin otopsisi.

Tekel işçileri Ankara'da, bu yolda gidiyorlar işte.

Önce insanların yuvalarını yık, tencerelerindeki yemeği al, çocuklarınınn geleceklerini karart, sonra bir mutabakat aramak için bile sendikanın, işçilerin kapısını çalma.

Sana oy veren yandaşın, asıl bunları yapanlar vatandaş işte.

Küçük resmi değil, büyük resmi görün. Bu

Enis Batur: "Eskiden gazete okuduğumda ellerimi yıkardım, şimdi kafamı da yıkıyorum" demiş. Tekel işçilerine bir küçük haberi bırak, tek satır ayırmayan AKP yandaşı gazetelerden de tiksiniyorum.

Gerçekten kafa yıkatıyorlar artık insanlara!

20 Ocak 2010 Çarşamba

Van minut başbakanım !

Yırttınız kendinizi. Ne laiklik bıraktınız, ne millette huzur. 8 senelik iktidarda, toplam 731 kamuya ait araziyi, şirketi, limanı babalar gibi sattınız!

2002'de ekmek 40 kuruştu, bugün 1 ytl.
Tekel'in işçileri perişan. Açlık grevindeler...

Dün gibi hatırlıyorum, çıktın kürsüye, başladın söylemeye "utanmadan" "Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana, bilmem söylesem mi, söylemesem mi ?"

Bugün markete gittim, soğan 2 lira 20 kuruş. Hakikaten, zor olanı yaptınız, soğanı yiğide muhtaç ettiniz.

Helal olsun.

Umarım seni beş dakika sırtında taşımaya dayanamıyıp atan at gibi silkelenir de, atar seni ve sizi sülük gibi sömürdüğünüz sırtımızdan!

19 Ocak 2010 Salı

Aynı Lambalar

Kibritle oynarken yangın çıkaran sarsak yıllar
Bir daha hiç geçit vermeyen veda sözleri
Yılların sıradağlarında uzaklaştı bizden
Yüreğimizden kopup giden ayrılık trenleri
Biliyorum aynı lambaların aydınlattığı yalnızlıkta geçti
Aldatılmış duygulardan ayrı ayrı geçerek vardığımız korunaklı siperler
Senin içini ürperten geceleri ben duymadım mı içimde?
Hayat herşeyi alır sanırken
Oyunlarımızı ıslatan yağmurlarda kaldı
Bir bizim icat ettiğimiz saatler
İlk öğrenilen yalnızlık aslında geç keşfedilir
Dalgın resimlerin derinleştirdiği mazi
Gün gelip bütün zamanları ele geçirdiğinde
Anlarsın başkalarına giden bizden çalınmış günler
Ne zamandır buradayım
Gel öp beni
Neredeysen ve nasılsan önemi yok gel öp beni
Suyunu,uykunu,azığını uzun tut gel öp beni
Birbirimizi bağışlayacak,birbirimize yeni sözcükler bulacak,
Ölmeden önce yeniden görüşüp konuşacak yaşa gelmedik mi?
İkinci ufkun saatindeyiz şimdi
Gözlerim trenlerde,gel öp beni.

MURATHAN MUNGAN

Nereye gidiyorsun Gökmen ?

Bunalımda falan değilim. Öncelikle bunu söylemeliyim. Takıldığım şey, insanların neden hep yağmurda ve karda şarkı söylediği, camdan dışar baktığı, sıcak bişeyler içtiği ortamlar oluşur.
Çok sevdiğim bir arkadaşımdaydım az önceye kadar. Başkadır yeri gerçekten. Konuştuk, dertleştik ve çok şaşırdım... İnsanın "onun bişeyi yoktur" dedikleri bile inanılmaz şeyler yaşayabiliyormuş. Üzüldüm, yardım etmeye çalıştım.. Umarım herşey güzel olur onun için.

Bugün yine son dönemlerde duygusal olarak yaşadığım ama kimseye tek kelime etmediğim çalkantılı dönem içinde kaldım. Kar vardı bugün. Hala var. Açtım müzik çalarımı, Cem Adrian-Nereye Gidiyorsun geldi sıradan. Hakikaten kendime sordum, "Nereye gidiyorsun ?"

Son 6 ayım hep belirsizlik. İnsanlar sevdim. Vazgeçtim. Haklı nedenlerim var mıydı? Bence vardı.

Dolu dolu da kelimelerim vardı az önceye kadar. Ağız dolusu, iddialı, koskocaman... Şimdi hiç birisi yok... Neden biliyorsanız bana da söyleyin. Tokat atın bana. Cesaret verin, küfür edin...

Neden insanlara nasihat verirken gözlerimin daldığını biliyorum..

Ama birşey yapamıyorum. Ama yapacağım birşey.

17 Ocak 2010 Pazar

Bu sabah tavanı izledim


Aslında mutluluk aramak, mutsuzluk aramak, kovalamak, kaçmak... Kendini öldüren bir dünyanın içinde ölümlü olmak. Kötüdür bu. Aynı yaşta olmayacak ama, arkamdan elbet ölecek birileri...
Şöyledir, mutluluğu ararsın, onunla kavga edersin ama mutlu olmadan mutluyu oynamadım mı hiç? Oynadım.

O kadar da önemli değildir mutlu olmak. Mutsuz olmak ya da... Gülerken bir yandan yanaklarını sever gözyaşların bazen... Acı, üzüntü, sevinç, mutluluk... Karışırsın bazen insan. Senin doğan bu ama. Karışacaksın. Büyüyeceksin ve büyüdükçe kötüye gidecek hayat.

"Mükemmelim" diyeceksin bazen. Sabah kalkınca ağzın kokuyor ama..

Sana da hak vermiyor değilim. İyiler kaybeder. Bende kaybetmiştim iyiyken..

Çok şey gördüm daha ama aklımda kalmadı hiç birşey..

Yatar yatmaz uyumayıp hayalleri olan biri olarak nasıl duruyorsam, bekliyorsam ışıkları sokakların, evlerin.. Uyanır uyanmaz da terk etmiyorum yatağımı.

Saçmalamayı seviyorum.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Yaşayacaksın insan #2

Yaşayacaksın insan. Umutsuzlanacaksın. Durduk yere gözlerin dolacak bazen. Aklında birisi olacak, yüreğinde birisi olacak, yüreğin ile aklın farklı şeyler söyleyecek ve kavga edecek... Sırt üstü düşen bir kaplumbağa geldi mi gözünün önüne ? Gelmeli bence...

Düşeceksin insan. Bir gün hiç hesapta yokken yakalarını silkerek uzaklaşacaklar senden. Bir kalp kıracaksın, kapıyı anahtarınla açacaksın bu yüzden... Kimse selam vermeyecek sana. Çayını koyacaksın mutfaktan, müziğini açacaksın, kitap okuyacaksın ya da bişeyler yazacaksın. "En yakınım" dediğin annen bile, o kadar anlamsız bakacak ki yüzüne, şaşıracaksın...
Akşam olacak, bir kaşığı oynatacaksın önündeki mercimek çorbasının içinde... "Bitse de gitsem ama içesim yok..."

Yaşayacaksın insan, sınavlara sokulacaksın... Başın derde girecek düşüncelerin yüzünden... Seyrettiğin filmlerden sorumlu olacaksın çünkü etrafındaki herkes aktör. Etüd edeceksin bunları.

Mutluluk için koştuğun hızda, mutsuzluktan kaçtığın hızda koşacaksın...

Kapıyı anahtarınla açacaksın, mutfaktan bir fincan çay alacaksın, akşamları bir tabak çorbanın içinde kaşığını yüzdüreceksin...

14 Ocak 2010 Perşembe

Her sınav böyle olsun

İngilzce sınavım vardı. Geçtim artık garanti olarak. Dündü...

Bugün gazetecilik olduk, onu da hallettim.. 

Yarın görsel tasarımla ilgili bi sınavım var.. Dergi sayfası, gazete sayfası, bir kompozisyon istiyor.. Geçmem kesin, artık A için kasıyorum... 

Sonra 2 gün aram var. Gökmen bu ara süper ders konusunda... 

Haydi bakalım.

13 Ocak 2010 Çarşamba

ALi Kırca Röportajı

http://bilet.bahcesehir.edu.tr/?p=347 Ali Kırca röportajım.. Sanırım tıklanmayacak ama olsun.. www.bilet.bahcesehir.edu.tr 'den de ulaşılır.. 

12 Ocak 2010 Salı

66. Sone


Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,

Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,

Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

sheakspeare

Çeviri : Can Yücel

11 Ocak 2010 Pazartesi

Toz

Gökmen ağlamaz. Gözüne toz kaçar...

Aşk mı ?

Aşk benim için gözünü kapatıp, bir kaç ay sessiz sakin uyumak oldu... Ama her uykunun da bir uyanışı var
ağrılı, sızılı, kötü bir uyanışı.. Böyle oldu çünkü bugüne kadar...*

*ben

10 Ocak 2010 Pazar

Ah lise günlerim...

Bugün lise arkadaşlarımla buluştum. Harika geçti. Yağmur yağınca suratım düşer benim, neşem kaçar, sevgim azalır çevreme karşı.. Ayaklarımı sürüye sürüye gittim. Yolda geri dönmeyi falan düşündüm işin aslı ama dönmedim! Yeniköy'de buluştuk. Girdim mekana, herkes orada...

Şok oldum bi de. Evlenenler olmuş, hamile bile var... Başını kapatmış çok yakın bir arkadaşım.. Orada değildi ama arkadaşlarından öğrendim, çok çok üzüldüm... Bazı kızlar sevgilieriyle mesajlaşıyolar.. Kimisi hesap veriyo, yalan söylüyor... Gülen, eğlenen, küfür eden..

Ama biz böyle değildik. Her şey zamanında güzelmiş. Heyacanlarımız, komik anlarımız...
Askerliğini yapan da var, gidecek olan da var...


Renk renk çorap giyerdi Yeşim, hala giyiyormuş.. 42 kiloya düşmüş geçen hafta. Ölecek zayıflıktan. Cüneyt, hayatı yalan. İşi gücü millete sataşma. Aynı kalmış. O da askerden geldi yeni. Ama kilolu çok.

Hasret'i öğrendim. Deli bir kızdır. Bildiğiniz deli. Bir örnek vereyim tv'den falan dicem ama yok öyle bir karakter. Ekleme: Aklıma geldi. Haneler'i izleyen bilir, orda Dırdırhane skecinde bir kadın var durmadan konuşan. Hasret işte öyle. Erol diye bir sevgilisi vardı, ona kaçmış! Çocuk çenesine 1 hafta dayanabilmiş, getirmiş geri bırakmış evine. Haftalar sonra da başka bir isimle koca arama programlarına çıkmış. Şaka gibi. Allah'ım evlerden ırak.

Müzeyyen yine manken gibi... Demet'in dili yine papuç!

Çok eğlendim. Yine son senemizdeki sınıfa gidip aynı sıralara otursak sanıyorum ki aynı oluruz ama dışarda hepimiz farklıyız... Öyleymişiz. Öyle olmuşuz..

Normalde herkes beyaz gömlek, lacivert kravat ve ceket, gri pantolondu... Ben biraz farklıydım.
altın rengiydi düğmelerim. Mavi gömlek, gri kravat... Gömlek dışarıda.. Spor ayakkabılar...

Bugün anladım yani. Yaşadın yaşadın. Yoksa gitti. İyi ki güzelmiş o günlerim.. Şimdi "dön" desen, yok yani...

6 Ocak 2010 Çarşamba

Balık yokmuş...

Bundan sonraki yıllarda yapacağım iş iyiden iyiye belirlenmişti. Olumlayıcı kesimini bitirmiştim işimin. Sözle, eylemle hayır diyen bölümüne gelmişti sıra. Bunlar da şimdiye değin sürüp gelen değerlerin yenilenmesi, büyük savaş, son karar gününün belirlenmesiydi. Bu arada, bir de yavaş yavaş çevreme bakıyor, kendime yakın gördüklerimi, güçlerine dayanarak bu yok etme işinde bana yardımı dokunabilecekleri arıyordum. İşte o günden beri, yazılarımın her biri bir oltadır: Kim bilir belki de olta atmakta herkesten ustayımdır?... Oltama hiç bir şey takılmamışsa suç benim değil artık. Balık yokmuş...
Nietzsche

Yaşayacaksın insan

Atladığın bir şeyler var... Kaçırıyorsun bazı şeyleri... Oysa peşindeyim dediğin şeyler arkanda, canını yakmak istediklerin ise hançerliyorlar birbirlerini...

Uyuyorsun, arkandan konuşuyorlar, uyanıksın, yüzüne bakarak veya seslerini duyuyrabilecek şekilde... Kızıyorsun. Doğan bu ama. Kızacaksın sen. Kendi toprağına esir olmuş bir kardelen gibi kendini göstermeye direnecek, çıktığında itileceksin...

Doğan bu. İnsansın sen. Hakaret ettiğin şeylere gülerek kucak açacaksın bir gün...
"Dost olmaz" dediğin insanlara bile kardeş gibi yaklaşacaksın. Çünkü insansın. Akrebin tekine yardım eden kurbağanın başına gelen gelecek başına... Ve, önemli değil kim olduğun... Kurbağa mısın, akrep misin... Birisi seni sokacak, sende öğreneceksin bunu...

Üzüleceksin. Barışmak isteyeceksin herşey ile tekrardan ama herkes karanlık, riyakar, haddini bilmez olacak. Perdeyi açacaksın, odan karanlık... Perdeyi kapatacaksın, karanlık olacak yine... Aslında yerine göredir ama, güvendiğinde ölebilirsin. Ya da yaşarsın. Güvendiğine bağlıdır bu. Güvendiğin de insandır... Bu acı ve ümitsizlik içinde çırpınacaksın işte.

Bu kadarla kalacaksın şimdilik.
Bu perde daha çooo..k açılıp kapanacak..

5 Ocak 2010 Salı

Son tuhaf hissediş, şuydu...

En son ne zaman tuhaf hissettiğim aklıma geldi. Yürüyüşe çıktım sahile ama bir takım eşofman, spor ayakkabılar falan değil... Fotoğraf çekmeye çıktığım gibi, bir kazak, kotum, montum falan filan işte...

Hisar'a geldim. Sağımda mezarlık, kulağımda müzik çalarım var... Atilla İlhan'a bir dua okudum, devam ettim...
Sonra "Ben sana mecburum" şiirini açtım kendi sesinden... Dinleye dinleye gidiyorum...
Bilenler bilir, o caddenin adı "Yahya Kemal Caddesi"dir...

Az ilerlediğiniz zaman da, Orhan Veli
Parkı var, bir de hatta heykeli var... O parktan yukarıya başınızı çevirdiğinizde ise Tevfik Fikret'in evini görürsünüz...

Buram buram şiirdir Hisar yani.. Sonra kendi şiirlerimi düşündüm. Çoğu kişi bilmez yazdığımı ve okuyan da çok azdır... Tuhaf oldum.

Atilla İlhan mezarının karşı yolunda,
Yahya Kemal Caddesi üzerine,
Orhan Veli Parkında,
Tevfik fikret'in gölgesinde,
Bir garip çocuktum işte...

Şiir kokladım. Yazmayalı da oluyor. Yazmalı yani. Atilla olmalı, Orhan olmalı... Yahya, Tevfik olmalı.. Çok yazmalı, çok söylemeli...

Büyük düşünmeli, büyük sevmeli..

Kışları çirkinim.. herkes gibi..

Yazları kendime çok yakışıklı geliyorum.
Kışları aynı şeyleri söylemek mümkün değil...

Böyle şişme montlar içinde, botlar motlar... Hoş değil.. Bi de saçlarıma bişey yapamıyorum..
"Uzatacağım" dediğim andan itibaren uzatmıyorum, bir kez saçlarımı kestirdim...

Bir sprey sıkamıyorum yağmur yağar diye, rüzgar bozar diye...

Hoş değil bunlar.

Ve şuna da dikkat ettim bu arada, herkes öyle..

Hepimiz çirkiniz kışın.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Gömlek istiyorum onyüzbinmilyon tane

Bu yaza kadar yüzlerce gömleğim olsun. Olsun ki giyineyim güzel güzel. Böyle çok param olsun, bir dolap ayırayim gömleklerime. Böyle yazın şortumun üzerine giyeyim.
Taksim'e çıkayim geceleri.

Off... Of...

3 Ocak 2010 Pazar

Gül anne ve çocukları


Enteresandı son günlerim.. Yılbaşından bir gün önce okul partisinde fena halde dağıttım.. Videolarım falan var, izleyip izleyip eğleniyoruz.. Yılbaşı gecesi, Gökmen yine serhoş... Bir gün sonra, Gül Teyze'm geldi İzmir'den. Didem'in annesidir kendisi. Didem de gerçekten yürekten sevdiğim 3-5 insandan birisidir. E tabi annesi de öyle olacaktı.

Biz Gül Teyze ile facebookta tanıştık. Adım çok gitmiş kulağına eklemiş, kabul ettim... Sohbet muhabbet ettik.. Kalktı geldi işte İzmir'den.
Çiçek Pasajı'na gittik beraber... Ozan, Didem, Gözde, ben, Gül teyze... Sonradan da Umut katıldı. İçtik. Akşam oturduk saate baktım 20:05'ti... 12:30'a kadar içtik. Sonra kalktık başka bir arkadaşının yerine gittik... Orda da aslan sütüne devam..

Espriler, kahveler, limonatalar, garsonlar, kuruyemişler, cevizler, mezeler, rakı şişeleri, enstürmanlar, İngilizce hatta...

"Keyif adamı" der bir tane hocam, sırdaşım, canım... Sanırım bu 4 gün onu haklı çıkardı :)

Böyleydi.. Sarhoş olduğum için çoğunlukla, unuttum bazı şeyleri falkat Gül Anneme yazacaklarım var daha... Harikaydı.

Herşey.

Hep olsun..

Fotoğrafçı çocuk, çektiği için bu karede yine yok...

2 Ocak 2010 Cumartesi

Emil bana birincilik teli verdi

Kaç gündür bunun komedisi dönüyor. İyi şeyler yapana diyorum ki "Sana birincilik teli vericem, Tahsin'in aldığından" diye.. Az önce Emil geldi, evi süpürüyor...

Bi tel bulmuş ama ben görmedim tabi.. Benden uzaktı. Güle güle geliyor.. Baktım laptop'un üzerinden şöyle, yaramaz çocuklar gibi surat ifadesi...

"Al sana birincilik teli" dedi. Çok sevindim.

Saklamaya söz verdim bir yana koydum.

Gün kötü başladı ama güzel gidiyor..

Akşam da Çiçek pasajında olacağız Ozan, Didem, Umut, Gül Teyze, Gözde...

Güzel olacak ama Emil'in hareketi bugünkü en güzel ve en kibarca hareket olarak kalacak gibi. Güzeldi. Çok güzel.

Balon oynayan kocaman adam

Ben anlamıyorum. 3 gündür Umut'lardayım... Emil, Ozan, Ece falan oturuyoruz... Ara sıra Didem'lere gidiyoruz... Takılıp duruyoruz.. Yılbaşı gecesinden kalma balonlar maskeler var..

Emil şöyledir, teknoloji delisi... Okumayı sever... Dağcı, telsizci, macera tutkunu, doğa sporlarına düşkün.. vs vs vs ...

Bu adam günlerdir balonla oynuyor. Ben anlamıyorum. 2 balon var, gelip gelip onları sektiriyor.. Elinde çay fincanı, meyve tabağı, ekmek arası olsun olmasın farketmiyor.. Ara sıra odasından çıkıyor, resmen balonla oynamaya geliyor. Bence tuhaf. Başkası olsa, ben olsam, tamam derim.. Ama bu iyiye işaret midir ? Bilemiyorum..

Emil'e güzel bir balon almaya karar verdim. Birazdan en sevdiği rengi sorcam.

Bunu yapıcam.

-En sevdiği renk kırmızıymış-