28 Şubat 2009 Cumartesi

Kaderimi Sonsuza Kadar Değiştir...


Seçtiğim hayatın tahta basamaklarındaydım. Gemisi su almış bir kaptan, yola çıktığı anda gideceği yeri unutan bir adam. Kapıyı kırarcasına vurduğum akşam çantamı almaya bile fırsatım olmamıştı. Buraya geleceğimi de bilmiyordum, ne yapabileceğimi de bilmiyordum... Geldiğim yer, gittiğim yerden çok farklıydı; daha yola çıkmadan emindim buna. Gözyaşlarım da benden önce yola çıkmışlardı zaten. Her akşam sarhoş baba-sorumsuz anne kavgalarından yorulmuştum.Gereksizlerdi. İlgisizlerdi. İkisi de kaybetmezdi, ben üzülürdüm... Gittiğim gün gömdüm kendimi karanlığa onlarsız. Yola çıktığım ilk günü hatırlıyorum, eyalet otobüsüne param çıkmadığı için mızıka çaldığım geceyi de... Üstüne para koyup karnımı doyurduğum ucuz ama leziz resturantı da... Film gibiydi yani; bir yılın ilk günü bir kapı kapatmıştım, beş yılı bitirip altıncıya girerken bir sayfa çeviriyorum... Hatta ucunu açıyorum kalemimin... Üst tarafının yazısı kalın olan; alt tarafının yazısı ince olan bir yazı okuyacaksınız.. Kalından inceye; hayat gibi yani.. Güçlü başlayıp, titreyerek ölmek meselesi gibi yatakta... "Titreyerek ölenleri çok gördüğümden" yazıyorum çekinmeden... Hem onlar da izin verirlerdi zaten bu sözü kullanmam için. Önemli değil, ne diyordum; tahta basamaklarındayım hayatın... Hemde bu tahta binanın basamaklarında, sallanan tahta sandalyem üzerinde "ölenleri" düşünerek... Ölümün yaş tanımadığını da düşürerek... Beni huzur evine altı sene önce bugün kabul eden kadının öldüğü gün bugün. On altı yaşımda, soğuktan kesildiğim, açlıktan hareket edemediğim, yorgunluktan bacaklarımı kullanamadığım akşamdan geriye zihnimde kalan kırmızı dudaklı, beyaz saçlı, başım kemiklerine geldiği için canımı acıtan kadından geriye hiçbişeyin kalmadığı gün bugün... İlk akşam yemeğimi birlikte yediğim yaşlı insanlar ve her birinin sahip olduğu ayrı saksılı, ayrı çiçekli, ayrı kokulu masanın görüntüsü var zihnimde... Sonra "O" ve onun çiçekleri... Çiçek kokan ellerine iliştirdiğim "ilk" not; "kaderimi sonsuza dek değiştir..." Değişmişti kaderim. Yaşlı yaşlı insanlardan, anne ve babamın bilmediği yüzlerce yararlı şey öğrendim.
Yüzmeyi öğrendim, öğrettim sonra bilmeyenlere. Yazılar yazdım, cesaret verdim aşık olana, yol gösterdim kaybolana, taş sektirmeyi öğrendim gölde, kapı menteşelerinin mevsimden mevsime yağ istediğini, pantolon kalıbı çıkartmayı, yıkanacak çamaşırların derecesini ve daha birçok şeyi... Bugün, o öğrendiklerimin çoğunu unuttum... Gittin çünkü sen... Çiçeklerini emanet ettin bana. Gülümseyebilmeyi ortasındayken acıların... Sana demiştim ya Madam Corine, "kaderimi sonsuza dek değiştir..." diye..Sanırım bu son iyiliğin bana... Bu mektubun bu satırında sesten irkilerek cumbadan aşağı başımı dışarı çevirdim çiçeklerini koklayarak...
Sen gittin; annemi bıraktı babam... "Sonsuza dek değişen kaderime yetişemeden..."

Gökmen Kaya 28 Şubat 2009 Cumartesi


** Fotoğraf by Duygu Holat
***Hikayesini de yazmak lazım hikayenin...

Duygu arkadaşım bu resmi çekmiş, attı bana.
"Bu resme bir hikaye yazar mısın, ne çıkacak çok merak ediyorum.." dedi.
Resme ilk baktığımda huzur duydum açıkçası... O yüzden orası olsa olsa bir huzur evi olurdu... Panjurlar da tahta olunca, dram olmalıydı içinde birazcık...
Yaptım, attım, çok beğendi...
Sizler de beğenmişsiniz... Çok memnun oldum..
http://cakolin.blogspot.com/ ---> Duygu

Atatürk'ün Evine Sanal Gezinti

http://www.tccb.gov.tr/common/sanaltur/tur/index.html

İnanılmaz güzel, inanılmaz.

İşe yarar bir site... İletilen bir mailden alıntı yaptım...

Büyülendim... Mutlaka gezinin, asla pişman olmayacaksınız.

Kelime kıtlığına düştüm, o derece...

24 Şubat 2009 Salı

Nietzsche

Pazar yerinden ve şandan uzakta yer alır büyük olan her şey. Hep pazar yerinden ve şandan uzakta barınmıştır yeni değerler yaratan. Yalnızlığına kaç dostum: görüyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş. Sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç! Yalnızlığına kaç! Sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın. Onların göze görünmez öclerinden kaç! Onlar sana karşı öcden başka bir şey değildirler. Artık el kaldırma onlara! Sayısızdır onlar, hem senin yazgın sinek kovmak değildir ki...

Nietzsche

BUDUR!

22 Şubat 2009 Pazar

Atam'a Mektup -2-


Bir resmini gördüm Atatürk'ümün. El sallıyor, eli yakın, yüzü karanlık... Sanki diğer kolundan çekip götürüyorlar. O, giderken son kez el sallıyor sanki.
Sanırım, yangın çıkmış cennette, cennetin güneşi sönmüş, cennette deprem olmuş sanki, sanki cennetti işgal etmiş karanlıklar... Onu çağırıyorlar cennete... Herşeyi, ama herşeyi yoluna koyabilecek kudreti var onun, O, zaten ''izinli'' olarak gelmişti dünyaya... Barışını sağladı, ve öğreteceğini öğrettikten sonra geri dönüyor evine sanki... İkinci evinden, ilk evine... O yüzden, hafif gülümsüyor gibi... Belki de bana öyle geliyor.
Ama el sallıyor işte, ''Yorulsanız da beni takip edeceksiniz'' diyor giderken. Önce ateş mavisi gözlerine, yüzünün keskin hatlarına, sonra parmak uçlarına bakıyorum havadaki elinin. Kayboluyor sonra Ata'm.
Bir aydınlıktan, bir aydınlığa gidiyor. Gözlerim kamaşıyor, yetişmiyor, yetişemiyor. O 11 Kasım'ın sabahı, ağlayan anneler görüyorum. Yaşlılar ''oğlum'' diye ağıt yakıyorlar, askerler ağlasalar da, kıpırdamadan duruyorlar yerlerinde, bir çocuk babasının kucağında anlam vermeye çalışırken olanlara, ilk defa kalabalık görüyor o kadar fazla, gazete satan akranları ağlayarak koşuyorlar arnavut kaldırımlarda... Çocuklar bırakıyorlar ellerini annelerinin... Güneşi tutarak sesleniyorlar başı önünde, sessizce bekleyen insanlara... ''Söz'' diyorlar hep bir ağızdan:

Kollarımız yorulsa da güneşi tutup cennetine çevirip seni ısıtmaktan,
Kanasa da avuçlarımız yanıklarımızdan,
Kadını erkeğe eşit tutacağız, okullarını muhafaza edeceğiz,
Enstitüler çalışacak gece gündüz,
Efendi köylü, millet bahtiyar olacak...
Bizim de emelimiz olacak rahat uyuması ülkemizde herkesin.
Cumhuriyetçi öğretmenlerimiz,
Başarıya aç gençlerimiz olacak her daim.
Gün gelip sürülsek de kendi vatanımızdan,
Gözlüklerimiz, ve okuyacağımız kitaplar olacak çantalarımızda..
İzmir'de yeniden doğacak güneşler...
Biz geleceğiz peşinden Atam, biz..!
Biz ki, Mustafalar... Kemaller...


Sonrasında ise, teslim ettiğin ''Cennet'ten'' geriye bizler geleceğiz cennetine... Cennette herşey güzel olacak. Güneş doğmuş, cennet işgalden kurturulmuş, depremler durmuş, kimsenin birbiri hakkında kötü düşünmediği, sıcacık yere, cennetine geleceğiz Atam... Ve, o gün babalarımızın kucağından inip el ele verdiğimiz günden kalma güneş parçalarını çıkartacağız cebimizden.... Işığımızı, cennetten dünyaya tutacağız, nesiller böyle devam edecek...

Sen, bizimle hep gurur duyacaksın... Oğlun, Gökmen...




Gökmen Kaya

21 Şubat 2009 Cumartesi

Kör Veysel'in Gördüğü...


Babannemi aldım karşıma geçen gün.. Kırış kırış suratına baktım... Hayat onları yapan, kesin kanaat getirdim... Bildiğim bir hikaye vardı Aşık Veysel ile ilgili, ona sordum biliyor mu diye, evet dedi..
Zamanında Veysel'in genç karısı Veysel'i kör olduğu için hor görmeye başlamış.. Köyden genç bir adam ile sürekli kounşur dertleşirmiş.. Yakınlaşmışlar...
Veysel de elinde sazı, dilinde türküsü, dudağında tütünü oturup el emeği ile müzik yaparmış ölümsüz sazından.. Gel zaman git zaman Veysel anlamış terk edileceğini...
Ses etmemiş hiç karısına, hiç kötü de davranmamış... Bilirmiş çünkü; "kimse kimsenin değildir sonsuza kadar.."
Kaçacağını sezdiği akşam bi kağıt yazdırmış bir çobana, şunu diyormuş içinde: "imseye muhtaç olma gidince... bulunsun yanında... iyi bak kendine, iyi baksın sana..."
Notun yanına bir tomar para koymuş. Bağlamış, atmış gece kalktığında karısının kara lastiğinden içeri...

Gece kadın adama kaçmış, koşa koşa uzaklaşmış... Gitmişler, gitmişler...
Söz olur, dava olur, durmamışlar...
Kadın en son dayanamamış, durmuş, kara lastiğini çıkartmış ayağından...
Notu görmüş, parayı görmüş...

Ama! Sevgiyi görememiş!

Veysel'in kör gözü ile gördüğü sevgiyi...

İki gözü ile görememiş...

Daha da dönmemiş geri...

Utandığından belki...

19 Şubat 2009 Perşembe

Maske Suratlı Adamın Kızıl Balo Gecesi

Yeşil kumaş pantolonu savrularak indi trenden. Elini cebinden çıkarttı, iki parmağının kanadığını farketti.. Gelene kadar ellerini çok sıkmıştı çünkü. Buğulu gözlüklerinin arasından yola çevirdi bakışlarını ve yürümeye başladı hızla ve hırsla. Normal hayatı içinde zaten herşeyi kendine sıkıntı eden bir adamdı o; olmadık şeylere kızardı, kendiyle kavga ederdi ve hep büyük konuşurdu... Cezasını fazlasıyla çekti bunun.
Çantasını el değiştirip kanayan elini otobüs durağındaki camın özellikle şeffaf tarafına bastırarak bekledi, sonra karşısına geçip kahverengi deri çantasından çıkarttığı resim kağıdına çizmeye başladı kan izlerini.
Baktılar, umursamadı... Kendi kendine sürekli kanın kutsal olduğunu, görmenin huzur verdiğini söyleyip duruyordu... Kimse anlam veremedi. Otobüsler saatler ile birlikte hızla geçiyordu; yanında insanlar azaldı... İnsanlar çoğaldı.. Yalnız kalana kadar devam etti... Kendi şapkasının resmini çizdi çizdiği kan birikinrilerinin üzerine... Ara sıra çıkartıp şapkasını takıyor, gülüşmeler ve konuşmaların hiçbirisine aldırmıyordu.

En sevdiği arkadaşı ile birlikte senelerini geçirmiş bir forsaydı o. Senelerini kürek çekmek ile geçirdiği için kolları inanılmaz güçlüydü. En yakın arkadaşını öldürmüştü gemide ve cesedini denize atmıştı... Sonra pişman olup kaptanın kamarasından çaldığı bir patça aynayı karşısına koyarak arkadaşının suratını dövme yapmıştı üzerine kendi kendine.. Başta delilik gibi gelse de, daha sonraları o kadar basit bişeymiş gibi geldi ki canın yanması, bundan zevk almanın yollarını düşündü aylarca tek başına...
Ölümden belkide katil olduğu için, belki de sadece insani duygularından ötürü korkuyordu... Gerçek olan kendi ile ölüm üzerine oyunlar oynamasının üzerinde yarattığı tehlikeleri sevmesiydi.. Öyle bir duyguydu ki bu, bazen yemek yerken aklına geliyordu ve etrafındaki kimseye aldırmadan çatalalını kolunun kemiğine kadar bastırabiliyordu... Bazen de kadehler kırıp camlar üzerinde yürüyordu... Şarabı benden aldığı için biliyorum...
Hikayelerini bildiğim gibi...

Bir keresinde ölüme çok yaklaştığını ve tekrardan katil olup olmak istemediğini tekrar düşünmeye başladığını söyledi kendi kendine... Bir şizofrenin ''sıradan'' hayalleriydi sadece bu. Sıradışı olanları da günlüğündeydi... Bir keresinde onu normal biri olarak sanan ve bir dönem sevgilisi olan kadın için yaptığı şey korkunçtu! Fransız bir kadındı, kızıl saçları neredeyse beline kadar geliyor, beyaz yüzünde siyah gözleri kocaman parlıyor ve ara sıra titreyen bozuk lambalar gibi sönüp duruyordu. Soylu bir aileden olduğu kesindi... Yazdığına göre bir kütüphanede ortak bir kitap ararken tesadüfen karşılaşmışlar. Bir iki kez yemek yedikten sonra görüşmeler sıklaşmış ve adamın evine gitmiş birkaç kez... İşte o kadın için, ilk yemek yedikleri akşam kullandığı tabağın içine kendi kanından koymuş. Kadının yemeği beğenip beğenmemesi ise onun ''hayatta kalıp kalmaması'' konusunda habersizce yaptığı bir testmiş... ''Neyse ki sevdi yemeği, hala yaşıyor o yüzden'' yazmış. Yemeği sevmese öldürecekti heralde. Bir zaman sonra adamdaki tuhaflıkları iyiden iyiye sezen kadın ayrılmış ve başka bir şehre, fakat bir kısa tren yolculuğu ötesine gitmiş..

Adam balolarda ve sessiz sokaklarda vakit öldürmüş aylarca... Kanatana kadar batıracağı için kesmediği küçük parmağının tırnağını her kendine batırışta aynı acıyı düşünürmüş... ''Ayrılık''..
Parmağını kesmesinin nedeni buymuş o Fransız kadını hatırlattığı için... Normal bir insan olamadığı için kendinden sürekli utanan adam daha sonra öpüştüğü için dudaklarını kesmiş...
Kendini öldürmekten yine çok çok korktuğu bir günde dayanamayarak ve ölçüyü fazla kaçırıp istasyona koşmuş... Evden çıkmadan gözlerini benzettiği için bir sokak lambası dövmesi yapmış kollarına... Ve göğsünün her yerine saçlarını yapmış kadının... Sonra aynı gece, son tren seferini beklemiş garda... Boynuna ipi geçirip, yüzü koyu uzanmış raylara...Sürünerek kaybolmuş gözden.. Şehre varamadan canını teslim etmiş ama, çizdiği saçların rengi gidene kadar olabilmiş ''kızıl...''

19 Şubat 2009 Perşembe 02:28

18 Şubat 2009 Çarşamba

Misilleme


Susmuyoruz, sinmiyoruz dedik ya, işte ispatlarından bitanesi... Mersinli Çağdaş kardeşimin notaların üzerine terini akıttığı o güzel parçayı paylaşma vakti geldi... Geçiyor belki... Müziğini kendi yapıp sözlerini kendi yazdığı parçayı MySpace, facebook, çeşitli müzik sitelerinden sonra bende burdan servis ediyorum... İpler Kimin Elinde;

Her günümde bir gözaltı, gerçeklerimde hasır altı.
Dış güdümlü köpeklerce hazırlanmış kumpastı.
Paspas edilen onurlarda, maneviyatsa kayıplarda,
Rejime karşı sinsi oyun, güzel halkım uyumakta!

Sallanmakta cumhuriyet, inatla azimle yıkılmamakta.
Altına konulan dinamitlerin fitillerini kim yakmakta?
Kimdi tehdit teşkil eden,Çankayamsa bataklıkta.
Güneşin renk renk ışıklarını kim söndürdü Madımak'ta?

Kim söndürdü umutlarımı, kimdi atama kasteden?
Kimdi O'nu yargılerken mirasına göz diken?
On yıl öncesi söylemlerde, pervasızca hadd aşarken,
Kırmızı çizgi tuz buz oldu,savaşımızsa sürerken.

ilhan SELÇUK, Mustafa BALBAY, Sinan AYGÜN, diğerleri...
Ortak noktası eleştirmek, bu ülkeyi sevmeleri.
Göze battı söylemleri, göz boyamadı ya sözleri.
Dürüstllükden olsa gerek kimlerin işine gelmedi?

Nakarat 2x

Ülkem kaos eşiğinde ipler kimin elinde?
Çarpıtılmış haberlerde gerçekleri sansürle!

Aydınları karala, yürekleri yarala!
Keser döner sap döner, bunu sakın unutma!


Temcit pilavı ergenekon, cümlemize afiyet olsun.
Ülken için direnmeye, var mısın sen yok musun?
Tok musun ki sıkıntılara, halinden çok memnun musun?
Tepkisizlik sonumuz olur, sesini çıkar duyulsun!

Umalmadık zamanlarda, umulmadık tepkilerdik.
Ama artık düzen farklı, önümüze konanı göremedik.
Körleştik, cahilleştik, oltalarda yem bilindik!
Kandık her gün kandırıldık, kendimizi mi tükettik?

Din tüccarı vatan satar, karşı çıkana kafa takar.
Eleştiriye tahammülsüz, dürüst olanı tartaklar!
Hatasını kabul etmez, kimseyi yetkili merci bilmez.
Kendi derdine düşmüş bir kez, başkasını göz görmez.

Gerçekleri görün artık, ayyuka çıktı yolsuzluklar!
Aklı sıra rövanş alacak, çıkar kapısı kaoslar!
Dejenere olmuş basın satılık, karakterler tezgahlık,
Ergenekon çamur da olsa kir tutmaz ki aydınlar!

www.myspace.com/misilleme33

http://www.facebook.com/pages/Misilleme/59014443448 Bu sayfalardan daha çok bilgi alabilirsiniz... Ayrıca beğendiyseniz indirebilirsiniz de...

http://rapidshare.com/files/199397203/Misilleme_-___304_pler_Kimin_Elinde.mp3.html = sadece mp3

http://rapidshare.com/files/199135496/__304_pler_kimin_Elinde_-Sing__305_l.rar.html = ensturmantal şekli, sözler,klip...

Saygı saygı saygı...

16 Şubat 2009 Pazartesi

Atam'a Mektup...


Sevgili Ata'm... Yine geldim ben. Geceleri konuşuyoruz ya bazen seninle, söyleyeceğim herşeyi söyleyemiyorum sana... Utanıyorum bazen yurttaşlarımdan.
''Bir Mehmet dünyaya bedel'' evet... Ama bence bir ''Türk'' bedel değil artık dünyaya Atam.. Çünkü uyuttular bizi... ''Bilinçli bir Türk'' dünyaya bedel, bunu öğrendim Atam... Keşke herkes için aynı şeyleri söyleyebilseydim sana ama olamıyor bazen herşey işte... Senin kazandğın toprağa basıyorlar, sana ihanet ediyorlar... Üzüyor bu Ata'm beni... Ve ''eninde sonunda'' kıymetini anlayabilmek için senin saçma sapan adamlar getiriyorlar tepelerine. İnan ki üzülmüyorum hiç. Yarın birgün sarılacakları yine sen ve senin ilkelerin, senin aydınlığın olacak eminim...
İyi şeyler de oluyor tabi sevgili Ata'm. Bölmek için uğraşanlarla inat olarak geldiklerine eminim.. Başı kapalısı, başı açığı, erkeği, kadını, çoluğu, çocuğu, yaşlısı, genci, müzisyeni, inşaatçısı... Herkes vardı Ata'm. 4 milyonluk Ankara'ya 13 milyon ziyaretçi gelmiş sadece 10 ay içinde... Sevindin biliyorum.
Biz de vardık Atam... Ertesi gün yattıp sana dua ettiğimde ''ne kadar sevindiğini'' anlatmıştın bizi gördüğüne... Biz hep varız Atam... Kaybolmayacağız, yok olmayacağız hiç...
Sende görüyorsun olanları kurduğun cumhuriyette. Bunlar çok güzel şeyler Ata'm... Unutmaya başlamışlardı seni; şimdi geri sarıldılar sana dört kolla... Yeni yeni insanlar farkına vardı olması gerekenin.. Kemalizm'in durmayan devrimlerine, muhasır medeniyetler seviyesine geçebilmeye, herkesi eşit tutmaya, cumhuriyetin önemine, herkesin rahat uyumasının önemine bile vardılar yavaş yavaş sevgili Ata'm...
Ve söz verdiler tek tek bizimle beraber yeni yeni insanlar...

''Kan ile kazanılıp emek ve ter ile sulanan toprakların kutsallığını kabul ederek onu korumak için gerekenin yapılacağına...''
''Yurttaş olmanın, aynı toprağı paylaşmanın önemine vardıklarına ve aynı kababilmek için çabalayacaklarına...''
''Kemalizmin ardı arkası kesilmeyen bir devrim sistemi olduğuna kanaat getirip bunu durdurmamak için çalışacaklarına...''
''Olursa; bir mahrem eli uzanırsa topraklarımıza 'Tekalif-i Milliye'deki gibi herşeylerini seferber edeceklerine...''
''Yeni yeni Mehmetler olacaklarına, diğer Mehmetlerin yanına onurlu ve borcunu ödemiş şekilde gideceklerine...''
''Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kararları ile kurtarılacağına yeniden kanaat getireceklerine...''
''Senin Samsun-Ankara yürüyüşün gibi yürüyeceklerine, bir İzmirli kadar dik duracaklarına, bir asker kadar güçlü, bir ana kadar fedakar olacaklarına toprakları için...''
''Mermisi bitse bile senin dünyayı karşına aldığın cesaretine bürünerek; süngülerini uçlarına takacaklarına tüfeklerinin...''

Söz verdiler Ata'm bizimle birlikte...
Güçleniyoruz, büyüyoruz, ilerliyoruz, durmuyoruz!
Kitaplar ile zihnimizi besliyoruz! Devrimlerini öğreniyoruz, anlatıyoruz! Biliyoruz 'millet' olmanın onuru içinde yaşamanın verdiği o güzel duyguyu...
Omuz omuzayız Ata'm...
Yaz olsun, kış olsun, sel olsun, çığ olsun...

Biz hergün güneşin ile açıyoruz İzmir'in dağlarından....

Çocuklarından sevgilerle...

16.02.2009

18:53:08

15 Şubat 2009 Pazar

Tanrı'ya Mektup 2

Sevgili Tanrı, yine ben...
Uykumda öldür beni olur mu? Son duamı edeyim, sonra öldür.
Savaş Dinçel'i az önce tekrar izledim.. Kan dökülmesin ağzımdan dolu dolu...
Uyut beni, sonra öldür.
Kalbimi kafese neden soktun? Neden bu kadar çırpınıyorum bilmiyorum...
Ama delikanlı gibi söylüyorum, şu ara yardımına ihtiyacım var...
Lütfen...
Kendine iyi bak demeyeceğim, burada kendine iyi bakabilen tek sen varsın...

14 Şubat 2009 Cumartesi

Benjamin Button

Film boyu rahmetli Can Yücel'i düşündüm. ''Hayata Tersten Başlamak'' şiirini çok severim.. Filmin konusu da bu... Hayata tersten başlamak.
Saat 21:30'da girdik, 01:00'a 20 kala çıktık; kısacası uzun bir filmdi. Kesinlikle biraz anlatmak istiyorum! İnanılmazdı! Renkler, insanlar, olaylar, mekanlar... Çok basit verilebilecek bir detay için bile inanılmaz sahnelerle ''emek ile yoğurarak'' ayrıntılarla vermişler üşenmeden.. Va çok öğretici bir film... Daldan dala atlıyorum ama bunun sebebi film hakkında bir çok şey söylemem için beni fişekleyen beynim. İzleyecek olanlar var ise büyüsünün bozulmaması için yazmayacağım çok. Gitmeyi düşünüp tereddüt eden varsa beni okusun! Gidin buna! Kendinize iyilik yaparsınız, benim de katkım olur.. İsteyen sitesini ziyaret etsin!
http://www.benjaminbutton.com/

İyi iyi vakitler...

Bu arada; Bana yedi kere yıldırım çarptığını söylemiş miydim ?

20090214

bugün 14 şubat oldu... bişeyler yazmak istiyorum, kasmak istemiyorum... tuhaf hissediyorum kısacası, koyduğum üç noktalardan ve dikkat etmediğim imla işaretlerinden anlarsınız zaten.
neyse, hiç denk gelmedim ben 14 şubata bir sevgili ile...
ona ettiğim laflar ucu kaçan bahçe hortumu gibi fışkırmadı hiç, imkanım olmadı.
elimi cebime atıp derin derin nefes alarak geçmedim hisardan... hisar kışları en sevdiğim yerdir, hele sis varsa...
aslında çok anısı vardır hisarın... 14 şubat hariç... çok anısı vardır emirganın, beşiktaşın, eminönünün, kadıköyün, libadiyenin, izmirin, modanın, sarıyerin, kilyosun, akatların, nişantaşının, taksimin, etilerin... bunların içinde 14 şubat geçmedi hiç...
sevip-sevilmeme, sevmeme-sevilme durumları arasında 365'te 1 olacak bi ihtimalle olurdu sevgilim. olmadı.
bu bir eksiklik kesinlikle değil...
sadece, ...
ne bileyim işte. sevgiyi aynı düzeyde tutabilen bir adam olduğum için söylüyorum, benim içi diğer günlerden bir farkı olmazdı..

11 Şubat 2009 Çarşamba

İçli Köfte...

Penguen okumayı gerçekten seviyorum. Alpay Erdem'den dolayı da ayrı bir sempatim var dergiye. Her hafta alırım. Erdil Yaşaroğlu, Serkan Altuniğne, Seyit Ali Aral, Selçuk Erdem, Kaan Sezyum, Cem Dinlenmiş... ve perde arkasındaki onlarca insan...
Geçen hafta Alpay Erdem'in Tevfik Fikret şiiri yazdığını öğrendim, ''Haluk'un Amentüsü'' çok güzelmiş... Neyse; değinmek istediğim yer bambaşka... Seyit Ali Aral ''içli Köfte'' köşesinde (genelde harika yazar) çok değişik bişey buldum... Şu anda dergi önümde ordan yazıyorum; ''En son ne zaman aşkından kalbin ense kökünde attı, ceketin sana şarkı söyledi, tüm dünyayı kolunun altına aldın. Ağzından önce kahkaha, sonra laflar ucu tutulmayan bahçe hortumu gibi püskürdü... Ömrüne ömür düştü...''

Fotoğraflar Çok Şey Anlatır..


Ne zamandır güzel ve anlamlı bir fotoğraf eklemek istiyordum ki buldum.. eski ama idare edelim artık...

Öğrendim...

Vefa, hakikaten sadece bir ''semt'' adı olarak kalmış.

8 Şubat 2009 Pazar

Tevfik Fikret...

Bir yaratıcı güç var ulu ve akpak
Kutsal ve yüce ona vicdanla inandım.
Yeryüzü vatanım insansoyu milletimdir benim
Ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.
Şeytan da biziz cin de ne şeytan ne melek var;
Dünya dönecek cennete insanla inandım.
Yaradılışta evrim hep var hep olmuş hep olacak
Ben buna tevrat’la incil’le kuran’la inandım.
Tekmil insanlar kardeşi birbirinin… bir hayal bu!
Olsun ben o hayale de bin canla inandım.
İnsan eti yenmez; oh dedim içimden ne iyi
Bir an için dedelerimi unuttum da inandım.
Kan şiddeti besler şiddet kanı; bu düşmanlık
Kan ateşidir sönmeyecek kanla inandım.
Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
Aydınlık bir kıyamet günü gelecek buna imanla inandım.
Aklın o büyük sihirbazın hüneri önünde
Yok olacak gerçek dışı ne varsa inandım.
Karanlıklar sönecek yanacak hakkın ışığı
Patlayan bir volkan gibi bir anda inandım.
Kollar ve boyunlar çözülüp bağlanacak bir bir
Yumruklar şangırdayan zincirlerle inandım.
Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın
Bilim gücüyle olacak ne olacaksa inandım.
(Tevfik Fikret)

Çok etkilendim.... Paylaşmak istedim....

Gerçek Bir Olaydan Harika Bir Ders !

Köyde iki ırgat tarladalarmış yiyecek sadece bir ''simit'' var, başka bişey yok.

İkisi de birbirine teklif etmişler hepsini yemesi için, ikisi de diğerinin tam doyması için yanaşmamış smit yemeye...

En sonunda bir köylü diğerine şöyle söylemiş;
-Sen bi Bismillah de de başla, kopar bi tarafından ikimiz de doyarız demiş.
Diğer adam da böyle bişeyin mümkün olmadığını biliyormuş. Simite bakmış, adama bakmış, şöyle demiş;

-Bak kardeşim, bu bir simittir, ötesi yoktur.. Sen yüz tane Yasin de okusan biz doymayız.


Hayat da böyledir.

Son dönem olayları da...

Bilmem anlatabildim mi ... ?

4 Şubat 2009 Çarşamba

Bunlar Benim Çocuklarım ''Derin Kazınmak...''

Siyahları silemediğim günlerdi o günler...
Bir '' ölmek '' istiyordum ki, dillere destan olsun. Ölümüm yakışıklı olsun elleri saçını düzeltirken çıkmış ilk okul fotoğraflarım gibi. Ölmek istiyordum işte...
O zamanlar çok film seyretmemiştim, '' ağzından kan boşalarak öldüğünü '' görmemiştim Savaş Dinçel'in. Karaktersiz kişiliklerle de dolu değildi çevrem. Bir Allah'a inanır, ona güvenirdim. Orta sondaydım, daha büyümemiştim... Ellerim de bu kadar büyük değildiler, düşüncelerimde değildiler...
Bir öğlen eve geldim koşa koşa... Bir elimde ateri kasetim vardı, diğerinde kırmızı klasörüm. Çok komik birşeymiş gibi yüzü gülümseyerek diz çöktü önümde kırmızı gözleri ile '' annem... '' ''Oğlum'' dedi, ''Ben kanser olmuşum...'' Hayatın tokatını yediğimin ilk günüydü, ilk karşılığımı diğer yanağımı da dönerek verdim. Rezil ettim onu.
O yüzden büyüğüm ben. Hiçbiriniz bilmezsiniz. Çocukluğum ip atlardı. Eli çenesinde uzaktan izleyen de bendim.

Hep böyle şeyler hatırladım çocukluğumdan.
Dağ başında çorak bir arazi üzerindeki yalnız evler gibiydim... Komşusuz ve manzarasız, tahtalar içinde '' tahtalaşarak '' büyüdüm...
Hiç unutmam, SSK'dayız babamla... Acilen lazım sağlık karnesi tedaviler için. Altından kalkılamayacak yoksa.
Rüşvet istediler. Gözümün önünde. Bir tane çaycı. Sadece erken çıkması için karnenin...
Babamı da unutmam o gün. Açtım, simit bile istemedim. Siyah cüzdanının en derinine sakladığı 10 Alman Mark'ını çıkarttı, adama uzattı, gittik.
Böyle bir babam vardı, hala var.. Gururumuz hırkamız yani omuzlarımızda.

Ve şunu da unutmam ben hiç.
Bu odadır hatta... Bu yazıyı yazdğım yer... Yere örtüyü ben sermiştim hatırlıyorum. Oturdu tam ortasına koyduğu tabureye, üst komşu saçlarını kesti makineyle.
Annem nasıl ağladı bilir misin ? Bilmezsin.
Bende ağlamıştım o gün... Telefon sehpasının altında başımı ellerimin arasına alıp gözyaşı dökerken diz çöküyordum... Az sonra yalan söyleyeceğimden habersiz hemde...
O sildi gözlerini... Ben sildim gözlerini... Kahverengi-siyah karışık olan saçlarını düşündüm... Karşımdaki kadını gördüm.
Gittim, sarıldım, koklarken söyledim. '' Çok yakışmış anneciğim... '' Yüzüne bakmadan söyledim. Anlardı yoksa yalanımı. Sevmemiştim annemi.
Günlerce bonesini bağlarken de... Bonesiz gördüğümde de...
Düğüm düğümdüm. Ama güler yüzlü.
Ve, be hep dua ettim.'' O '' şahidimdir.
Küçük ellerim bile geliyor önüne gözlerimin...

Ve o günün hatırasıdır bana hayatımda hep kalan... Kalacak olan...

Ağlayınca oluyor böyle işte... Onlarca çocuk zıplıyorlar kalbimde...
Hepsi de ağlıyorlar.
Uğultusunu kesemiyorum içimde ağlayan çocukların.
Para çıkartsam cüzdanımın en ücra köşesinden uzatsam...
Susarlar mı sence onlar..?

Susmazlar !

Çünkü O'nlar, benim çocuklarım!

3 Şubat 2009 Salı

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

Nasıl bişeydi. Sıcacık. Kalpten. Kalp hatta... Suat vardı; Esnaf Spor'un kalecisi Erkan Can canlandırıyor. Müjde Ar ve Savaş Dinçel'de diğer üstadlar... Açık konuşmak isterim, çok ağladım bu sahneye ben...

Aynur: -konuşmanı özlemişim

Hacı: -senin için kelimelerim bitti. sen bitirdin.

Aynur: -sen yanlış yaptin hacı, olacak iş değildi bizim ki ,anlamadın.

Hacı: -biliyorum,bazen seninleyken bile böyle düşünürdüm. anlamadıgımı düşünürdüm. kendi elimle seni kaybettiğimi... o zaman ölmek gelmişti içimden, geberip gitmek. bu aralar yine oluyor ama kimse yok ki,kimi kaybediyorum? niye hâla böyleyim,bilmiyorum.

Aynur: -dur. biraz daha konuşalim. aslında bunları özlüyorum.

Hacı: -seni diyemiyorsun di mi? seni özledim demiyorsun. her zaman kraliçelik pesindesin. hep ulaşılmazsın. halbuki ben o kadar çok şeyi özledim ki unutuyorum bazen,artik fark etmez diyorum. dünya artık böyle benim için; sen yoksun, yoktun zaten. bunu niçin yapıyorsun? aklımı karıştırıyosun. bu iş bitmedi mi ha? 5 yılımı senin için harcamadım mı? ben yapamam, hem senle hem sensiz olamam. ne yapalım? ben böyleyim. ben gidiyorum..


*Aynur: Müjde Ar
*Hacı: Savaş Dinçel

1 Şubat 2009 Pazar

Seyit Onbaşı !

Savaş ortasıydı...

Mermi var yerde 270'er kilo... Vurdu sırtına ! Bir İngiliz zırhlısını perişan etti...

Sonra bir daha kaldırdı, yine perişan bir gemi...

2 dakika içinde 540 kilo eder, 540 !

Savaştan sonra denedi, kaldıramadı. Kaldıramazdı.

Bakıyorum kendime, yüklendiklerim çok kutsal. Omuzlarımda bir o kadar yük.

Çaba ? Hırs ? Karşılık ? ..

Böyle giderse mermiyi kendime atıcam o olcak!