31 Aralık 2009 Perşembe

İçmek.. içmek.. içmek..

Dün çok güzeldi. Klişedir, "hayatımın en güzel günü" vs... Bu o değildi ama, bu da çok güzeldi. Tüm sevdiklerim vardı okuldan.. Okul partisiydi zaten.. İyi ki herkesin alışamadığı şaraba bünyemi alıştırmışım.

Sınırsızdı zaten, bende sınır tanımadım. Yine tabi okul içinde çok dağıtmadım ama arkadaşın evine geçince yerlere attım kendimi, yuvarladım resmen böyle..
Bugün öğrendiklerime göre, olmayan insanlarla konuşmuşum... "Sizi annenize şikayet edicem" demişim.

Harikaydı. Sarhoş olmak kadar, onun güzelliklerini yaşamak da güzel.
Yerlere attım kendimi. Çocuklar gibiydim. Eğlendim. İngilizce konuştum bol bol sarhoş kafayla.

Bugün yılbaşı, sevdiklerimle olacağım akşama.. Güzel olacak.

Öyle düşünelim, öyle olsun...

Tüm blog yazarlarının da yeni yılını kutlarım, yanaklarından mıncıklarım. :)

Hep mutlu olun..

Sevgiler.

29 Aralık 2009 Salı

Röportaj


Güzel röportaj gazetede. Mutlu son.

2010'dan ne bekliyorum...

İyisi ve kötüsüyle 2009 bitti. 2010'dan ilk dileğim, AKP gitsin, şehitler olmasın, rahat rahat uyuyalım... İnsanın huzurunu felaket derecede kaçırdı hükümet. Yaptıklarını yazsak, blogger rekoru kırarız heralde... Neyse...

2010'dan ilk isteiğim başarı. Umarım başarılı bir yıl geçiririm. Okulum güzel gidiyor zaten... Ama daha iyi olsun.
Güzel güzel arkadaşlar edineyim, kafam rahat olsun, keyfim yerinde olsun...

Para kazanayim. Beklediğim çalışma bursu çıksın artık. Hergün istediğim yemeği yiyecek param olsun. Hatta KFC'den sınırsız bir çek alayim, daha bir hoş olur.

Aşk dersem, kararsızım... Uzun süredir içimden gelmiyor. Birilerinin sorumluluklarını yüklenmeye korkuyorum... Üzerime düşülmesinden... Birinin üzerine düşmekten... Ne istediğimi bilmiyorum bazen... Sürekli o konuda kafam karışık... Ayrıca "birilerini üzmek" düşüncesi etimden et koparıyor resmen... Ama ne bileyim.. Tam şu anda da yaşıyorum o kararsızlığı... Beni böyle heyecanlandıracak, aklımı alacak birisi olabilir. Olsun hatta. Sabahlara kadar içip kounşmaktan sıkılmayacağım birisi. Cem Yılmaz'ın dediği gibi "Aşk muhabbet biterse biter" bitmesin o muhabbet... Çok şey istiyorum...

Yeni yılda uçmak istiyorum. Uçağa binmek. Harikadır eminim.

İzmir'e gitmek istiyorum... Mümkünse tekrar Fethiye'ye... 1 hafta da olsa...

Çalışmak istiyorum yaz tatilinde. Plazma TV ve PlayStation 3 almak istiyorum.

Geçen sene olmadı sınavlar yüzünden. Bu senenin 18 Mayıs'ında güzel bir doğum günü istiyorum. Tüm dostlarım yanımda olsun...

Dostlarım demişken, onlardan hiç ayrılmayayim... Hayatın sayılı nimetlerinden şu arkadaşlık. Hep olsunlar.

Yazmak istiyorum bol bol. Okunmak o derece.

Böyle şeyler olsun yani. Güzel güzel şeyler olsun.
Bi de şaşırtsın bu yıl beni bol bol! Şaşırmak iyidir, zinde tutar.

28 Aralık 2009 Pazartesi

Adam olmak istemiyorum

Çok güzel sözler duyuyorum bu aralar... "Adam olmak istemiyorum"da bunlardan bir tanesi...
Bir şeylere ayak diremeye karar verdiğimiz zaman çabukcak vazgeçiyor muyuz, yoksa sonuna kadar gidebiliyor muyuz...

Bunu çok denedim. Söylediğim sözleri tutmak, aldığım kararların arkasında durabilmek fikirlerime sahip çıkmak... "Fikirlerime sahip çıkmak" diyorum, çünkü bir fikrimiz vardır, aklımızda olan sadece budur. Fikirlerimizin varacağı noktaya, ulaşacağı sonuca tesir edebilmek istiyorum.

Genellikle fırtınalardan önce havada sukünet vardır. Telaşsızdır bulut, sakindir rüzgar...
Alacağım hasar tahmin ettiğim kadar olmalı. Fazlası olmamalı.

Adam olmamalıyım. Yaşım küçük olmalı. Herkes küçüklüğüme saygı göstermeli... Fikirlerimi değerlendirilebilir bulmalı.

Bu arada okuldayım, kötü ve ağır çalışan bir machintos var önümde (böyle mi yazılır bilmiyorum) dersim iptal oldu, canım sıkkın...

2010'dan dileklerim başlıklı bişey yazmanın zamanı geldi de geçiyor bile... Akşam Ezel var (izlediğim tek dizi, ki TV'ye ve onun alemine karşıyımdır) sanırım ertelenecek yine...

2010'dan önce, 2009'un bu son günlerinde, konusuz ve saçma sapan bir giriş yaptım bir kaç gün ötesine... ?

Şaşırdım sevgili blog sayfam. Dikkat et kendine...

"Dalya" mı diyoruz ?

99 demişiz. 100. izleyiciye diş macunu alacağım.

Yazmaya devam yardın itibaren tekrardan...

Enteresan bir haftasonuydu. Eğlence-şaşkınlık-bol yürüyüş...

Daha iyileri ola.

Sevgiler..

25 Aralık 2009 Cuma

Gelsin (mi) hayat bildiği gibi.. Var mı hazırlığın ?

İnsan ne ise, neredeyse, kiminleyse ona ilintili şeyler düşünür. Bir devekuşu, kafası kumda, kumu düşünür. Başını kaldırınca gökyüzünü...

Sen mesela, mesela ben... Evindeysen etrafını düşünürsün. Sokakta insanları düşünürsün... Koşuşturmacaları, hareketleri, düşünüşlerini...

Vapurdayken koşmayı değil, yüzmeyi düşünürsün...

Kendinden kaçarsın aksi olursa.

Dalarsa gözlerin yukarılarına yokuşların, düşünürsen dengelemeyi hayatı, bakarsan yüzüne anlamsız ve ifadesiz insanların...

Yürüken yüzmek istersen bişeyler terstir.

Şimdi ters misin, onu düşün.

Yoksa, Sezen Aksu da der, "Gelsin hayat bildiği gibi..."

23 Aralık 2009 Çarşamba

Tek kelime, üç hece, HA-Rİ-KA!




Müthişti! Bekletti beyefendi biraz ama, sonra çaldı kalbimi. Çok komik, neşeli, susmayan, pozitif, iyi bir baba ve eş, hazır cevap, Yılmaz Özdil hayranı... İnanılmaz bir tecrübeydi. Pelin diye bir arkadaşım fotoğraflarımızı çekmeye geldi ki yanda gördüğünüz fotolar onun eseridir. Tekrar teşekkür ediyorum....

Geç kaldı, geldi sonra... "Önce fotoğraf işini halledelim olur mu?" dedi, "Bana uyar" dedim. E tabi nazım geçecekti, sahneye çıkarttım. Dekorun önüne oturdu. Çekti fotoğraflarını Pelin, sonra da beraber çekildik... Ama biraz kötü çıktı... Gözlerim gözükmüyor, karanlık göz altlarım. Ayrıca istediğim bir poz vardı ama onu da geç geldiği için heyecandan unuttum rica etmeyi, sonraya -büyük ihtimal 2 pazartesi sonra tekrar birlikte olcaz, ocak ayında- erteledim kendi kendime...

Aklıma bişey gelmiyo süperden, müthişten, mükemmelden başka bir sıfat...
Ayrıca sevgili blogcular, ilk olarak buraya yazdım, daha ses kaydının deşifresini bile yapmadım.

Şimdilik bu kadar. Aklıma bişey gelirse ilk fırsatta ekleyeceğim...

Görüşmek üzere...

*Fotoğraflarımı çeken Pelin'e sonsuz teşekkürler... Bir tane kendi fotoğrafım var, bekleme sırasında çekilmiş :) Çok hoşuma gittiği için ekledim :)

22 Aralık 2009 Salı

Gökmen Spor, 3. röportajına gidiyor... Şans dileyin!


İlk röportajımı hatırlıyorum. Dişlerim birbirine vuruyodu. Karşımda Ali Kırca oturuyodu. O kadar heyecanlıydım ki, söylediklerini takip edemiyordum. O derece. Nerede olduğumu unutuyordum. Dalıp dalıp gidiyordum.

İkinci röportajımı da, okula yeni gelen, bir mimarlık tarihçisi hoca ile yaptım. Ali Kırca'ya nazaran biraz daha sakindim.

Hatta Ali Kırca röportajından iki veya üç gün sonra Profesör Doktor Ünsal Oskay'ın cenazesinde gördüm. Laflamıştık röportaj hakkında. "Yetişecek bu haftaya" demiştim. Güzeldi.

Bunlar dışında Nermin Bezmen - Ahmet Ümit - Prof. Dr. Binnaz Toprak gibi isimlerin röportajlarında fotoğrafçılık yaptım. Özellikle Nermin Hanım'a gerçekten hayran oldum. Hala konuşuyoruz o günden bu yana. İyi ki var.

Ve yarın! Barış Başar ile beraberiz. ilginç bir deneyim olacak röportaj yapmak bir oyuncu ve eski muhabirle... İçimde tuhaf bir heyecan var. Ama iki yanımdaki iki melek "iyi olacak" diyor.

Gökmen de sabrediyor tabiki...

Bu arada Üstad'ın dün dediği, "Şüphe ettiğin herşeyi kontrol etmek zorundasın" lafından sonra, bugün de yaptığım basit bir kaç hatadan sonra "Ben kaçıyorum" dediğimden sonra verdiği "Kaçmayarak git, başın dik git, herkes hata yapar" lafı, ikinci inci olarak raflarımızdaki yerini alıyor.

Gökmen biraz daha akıllanıyor.
Sevgiler gönderiyor.


*Blog haberi de yolda. Bazı arkadaşlar hazırladığımı biliyolar. Scan edip fotoğraflayacağım buraya..

Gökmen gidemedi.
Tekrar sevgiler...

21 Aralık 2009 Pazartesi

Hiç böyle düşünmemiştim...

"Nasıl geçiyor en uzun gecen" dedi bir arkadaşım. Donup kaldım resmen. Hakikaten de en uzun gecedeyiz... Ötekilerden bir farkı yok aslında...

Fakat sanıyorum ki, üzüntüleri, sıkıntıları, acıları geride bırakıp, biraz umut etmenin, güzel düşünmenin, aydınlanmanın zamanı olmalı bu gün dönümü...

Gecenin en uzunu bugün ama, yarından itibaren kısalacak.
Hayatımıza bundan sonra hergün birer dakika ekleyeceğiz gündüzden.

Bence çok güzel. Böyle olsun. Güzel bir anlamı.

En uzun geceniz, en güzel gündüzlere açılsın değerli blog severler :)

20 Aralık 2009 Pazar

Yağmur hüzün verir, kadehin yoksa daha da üzer..

Öylece duran ışıklarına bakıyorsanız şehrinizin. Boğaz'a başınızı her çevirdiğinizde bişeyler içinizde çırpınıyor, olmadık anlamlar yüklüyorsanız bir köprüye... Olmadık bir şarkı varsa dilinizde. Çevrenizde yağmurdan kaçan onlarca insan, şemsiyeler önünüzde hızlanıyor, insanları gözünüzün önünden yok ediyorsa... Rakı içmek istiyorsanız yürürken bir yandan... Eski bir mezenin tadını hatırlıyorsanız durp dururken. Güzel geçen bir anınıza dönüp o an içinde kayboluyorsanız... Sezen Aksu artık hüzün vermiyor, ağlatıyorsa, bişeyler terstir hayatınızda..

Bugün yağmura yakalandığımdan mıdır bilmiyorum ama, aynen bunlar oldu. Ama nedir ters olan bilmiyorum. Biz hüznü hep ters algıladık... Üzülünce herşey kötü sanki.. Öğrendik, belki ondan öyleyiz bugün.

Oturdum bir banka, hızlı hızlı yürüyen insanlara, koşanlara, paçalarını kaldıranlara baktım...
Müzik dinledim.

Dikkat ettim sonra, sanki gökyüzü ağlıyordu.
Sıradan yağmurlardan çok, ağlaan bulutların sitemleri üzerime çöktü sanki.
Keşke bir kadehim olsaydı. Keşke onu bulutların gözyaşlarıyla doldurabilseydim... Kadeh kaldırsaydım şehrime, Boğaz'ıma, köprüme, denizime, içimdeki hüzne...
Olmadı.

Başka yağmurlara erteledik kendimizi. Ortak üzüntümüzü... Daha doğrusu kötü sandığımız o şeyi.

Erteledik.
Er-te-le-dik. O kadar.

17 Aralık 2009 Perşembe

Motorları maviliklere sürerken, yelkenimi doldurur musun tanrım

Yüzünü gördüm. Cennetin bir köşesindeki bir pınardan su içiyorsun annem... Uzakta bir yerde, yılların buruşturduğu güzel yüzün sallanan sandalyede nasıl da kedersiz ve pürüzsüz... Siz cenneti hakediyorsunuz. Yorgun omuzlarının farkındayım baba... Bir iki kelimemle gülecek yüzünün farkındayım. Yanımdasınız. Yanımda kalacaksınız. Buralarda olacaksınız. Bende öyle.. Daha sıraya bile koymadığı tanrının ne güzel günler var önümüzde... O kadar yaşlı hissediyorum ki, o kadar bezgin hissediyorum ki bazen... Sanki 20 değil 80 yaşındayım... Yığılıp kalacak gibiyim... Nedir bu üzerimdeki ölü toprağı ? Atar mıyım onları... Yaşar mıyım kendi toprağımı kendi üzerimden temizleyene kadar... Yaşarım değil mi ? Yaşarız değil mi ? Güzel günler görüp, güzel anlar yaşayacağız değil mi...

Bak Tanrım, sana saygım var... insan beyninin ''haketmiyorum" dediği şeyler haketmediği şeylerdir.

Güzel günler göster bize... Kendim için, ailem için, ülkem için... Motorları maviliklere sürelim, haydi...

16 Aralık 2009 Çarşamba

Hayatımda okuduğum en iyi köşe ve Yılmaz Özdil yazısı!

Ağzının tadı olan var mı?

Keyfi yerinde olan?

Bi mutsuzluk...

Bi bezginlik...

Bi keder hâkim ortalığa.

Havada hüzün asılı sanki.

Gülümsemiyor kimse...

Veya, patlar gibi gülüyor.

Olur olmaz ağlıyor sonra.

Bak mesela, grizudan ölen 19 gariban madenciyi emekli etmişler, ödül olarak Bursa’da... Halbuki, 6 tanesi zaten emekli... Emekli maaşı yetmediği için inmiş taa 220 metre aşağıya.

Dramımız komik.

Komedimiz trajik.

Vicdanlar sağırlaştı.

Duygular kataraktlı.

Bi bıkkınlık, bi güvensizlik...

Ve, kesif korku.

Molotof mu yiyeceğiz otobüste?

Şu herif canlı bomba mı yoksa?

Bir yandan terk edilmişlik hissi...

Yalnızlık tarifsiz.

Bir yandan garip bir merak...

Aleviymiş Ayşe.

Duydun mu, Kürt’müş İbrahim.

Bi taraftan geçmişe özlem.

Bi taraftan gelecekten endişe.

Çocuklarımız n’olacak filan.

18 yaşında karamsar.

78 yaşında huzursuz.

Şeytan diyor...

Tası tarağı topla, çek git!

Gitsen, gidemezsin.

Kalsan, manasız.

*

Hiçbir yere giden oyuncak trenin yolcuları gibiyiz, dön dolaş, aynı yer.

Aynı çaresizlik.

*

Ne Anayasa Mahkemesi çözebilir bu işi, ne savcı, ne polis, ne de bana göre işlevini yitirmiş olan Meclis... Ne seçim tarihi kimsenin umurunda, ne de rekor ikramiye ve şıkırtılı hayaller vaat eden piyango.

*


Yılbaşına, taze umutlara 2 hafta kalmış ama, sanırsın 2 asır ötede... Psikiyatra ihtiyacı var Türkiye’nin. Toplu terapiye.

15 Aralık 2009 Salı

2009'un getirdikleri...

2009'um nasıl geçti..
Şu an kafam boş bir levha gibi... Yazdıkça aklıma geleceğini umuyorum... 2009'a Umut'ların evinde girmiştik. Ayşegül vardı, Emre vardı... Umut.. Bir kız daha adını hatırlayamıyorum... Ortaköy'de girmiştik sahilde, sonra eve geçmiştik Umut'un ve içmiştik sabaha kadar... Dün gibi! Garip...

Sıfır ingilizcem olduğu için üniversitemin ilk yılı zehir gibiydi. Çok zorlandım. 2 kere kur sisteminde sınıfta kaldım ama en son proficiancy sınavını geçmeyi başardım... Aslına bakacak olursak, 2009 benim için Şişli yılı. Hazırlık binasına gide-gele ölmüştüm ve hava kötüydü ilk ayarında 2009'un... Yeni insanlar, yeni bir ortam... Değişikti. Ama tanıdığım insanların hepsi süper insanlardı, ne mutlu bana!

Okul olunca, okul dışında olan arkadaşlarımı "biraz" ihmal ettim ister istemez... İrfan mesela... Mesela Salih.. Gökhan zaten Kocaeli Üniversitesi'ne siyaset okumaya gitti... Koptum bazı şeylerden yani. Diğer yandan insanlarla tanıştım. Okulun Atatürkçü Düşünce Kulübünde aktif oldum, başkanıyla, konuklarıyla, üyeleriyle... En güzel insanları orada tanıdım zaten...

Sınıfta da durum güzeldi... Nurbanu en başta olmak üzere, bir sürü yeni insan girdi hayatıma. En sevdiğim arkadaşım o benim kızlardan! Bambaşka! Kavga ettik başlarda çok daha birbirimizi tanımadan... Ama herşey çok güzel oldu... Nuran mesela... O'nu da çok severim... Yer değişelim mi dedi, hocanın gözünün önüne geçerim diye "Hayır" dedim. O'da "Peki" dedi. Sonra konuştuk. İyi anlaştık onunlada... O da çok başkadır bende. Bilir kendi yerini kalbimdeki... Neyse... Birgün sınıfta çocuğun tekiyle bi kız tartıştı. Haklı olanın yanındaydım. Kızı savundum. Ordan bir arkadaşlık doğdu.. Sonra onun arkadaşlarıyla arkadaş oldum... Sevde'ydi olayın kahramanı... Gamze, Serdar, Sena ve ikizi Seda, Burcu.. Güzeldi. Ortam çok iyiydi.. Bir de Metehan'ıma bir sayfa açmak lazım... Çok güldük çok eğlendik... Önceki kurda da beraberdik... Ayşe'm... Mete'min sevgilisi. Az başım ağrımadı onun yüzünden. İnsanın onun olduğunda sakin olduğu bir gerçek. Sağlamlaştı arkadaşlığımız... Çağatay da öyle... Burası bir grup insan işte.. Bir grubum bir köşedeki..

Has adamlar grubu şimdi! Ne zaman, nereye gidersem gideyim hayatımdan çıkmayacak, bana darılmayacak, küsmeyecek, çocukluklarımı yüzüme vurmayacak, benimle ağlayacak adamlar.. İnsanlar.. Umut... Yok böyle bir adam... Kardeşim benim! Herşeyi yaptık... Sabahladık sokaklarda... Ankara'ya gittik, Afyon'a gittik, Çanakkale'ye gittik, Fethiye'ye gittik... İnanılmaz anılarımız var daha şimiden... Yazsam heralde blog'un en uzun yazısı olur.
Ozan var sonra... Umut'un ev arkadaşı... Ayıp ediyosun kardeşim! Süper adam, teknoloji delisi... Neler paylaştık neler... Murat var, adamım o! Yeni nesil Barney Stinson! Şu an askerde... Gözlerinden öpüyorum kardeşimi... Aramıza dön hemen!

Aynı grubun kızları... Didem! Canım benim... Hayatımda gördüğüm en güzel gülen kız eh eh eh eh diye... Çok iyi yürekli. Yorgunluk falan dinlemez.. Sözümden de çıkmaz, çıkarsa zaten biliyor olacakları... Annesine kadar giderim... Annesi demişken, Gül Teyze'de bambaşka bir insan benim için.. Daha tanışmadım ama Didem'in annesinin olması yetiyo. Facebook'ta muhabbetimiz var... Ocak 2'de İstanbul'a geliyor, içeceğiz Çiçek Pasajı'nda... Bu arada Didem'imle de bir çok yere gittik.. Ankara'lar, Çanakkale'ler... Bir İzmir var hedefimizde...
Sonra Gözde'm var... "Hükümet gibi" derler ya, Gözde'ye bakarak demişler! Elinden gelemeyecek iş yok. Galatasaray'lı avukat. Sultaniye'nin en iyisi. Martı gülüşlü. Minik kelebeğim benim... O da gidecek Aralık 18'de yurt dışına gezmeye ama gelince kaldığı yerden devam edecek herşey...

Buse var. Çıtkırıldım. Acaip örnek alıyorum. Gerçekten. Sanırım böyle biriyle evleneceğim. =)) Çok iyi kalpli... İzmir'li daha ne olsun...

Bir de aşık oldum bu arada. Mayıs başında kuvvetlendi. Hikaye gibi başlamıştı, öyle de devam etti... Hayatımda yaşadığım ilk "düzenli" mutluluğun mimarı... Bana çok şey kattı, ona çok şey borçluyum.. İyi ki varsın... Seninle hala konuşuyor olabilmek çok güzel...

Ayrı parantez, Ece-Emil ikilisi. Grubun çifti. Ece benim için çok ayrıdır çünkü bütün bu insanları tanımamdaki en büyük etki. Ona çok şey borçluyum... İyi ki var o! Çok seviyorum...
Emil sonra... İlk adı terasta geçti.. "Kız heralde" dedim sonra Ece'nin erkek arkadaşı çıktı... Tanıştık. hiç önyargım oluşmadı çok enteresandır... Hep olur ama bu sefer olmadı! Çok iyi anlaştık... Futbol konuşmaz, popüler hiçbişeyle ilgilenmez... Adı da ayrıca (yani diğer adı) tedarikçidir... Dağcı. Cevat Kelle gibi gezer =)) Fazla diş fırçası bile taşır! Süper adam!

Kurs. Cahit Hoca. Çok şey kattı bana kesinlikle. Sınıfımı geçmemi sağladı. Saman altından ince uyarılar... Bazen sert çıkmalar. İlk gün tanıdığımda kapıyı hemen çekip gitmek istedim korkudan. Değişik bir havası var Cahit Hoca'nın... Süper bir insan. Kursun hayatıma kattığı bir başka "önemli şahsiyet" ise Yasemin. Gerçekten çok iyi anlaştık.. Zevk alıyorum onunla konuşmaktan... Umarım bu sene fakültede olacak..

Sınıfıma gelirsek, Umut Tezel. Kara adam. Uzun saç. Komik çocuk. Recep İvedik'in babaannesi.. Bu lakaplar onun. Bi de kemik. Dersanede beraberdik. Harika aramız. Sorunlu bir dönemdeydim son 2 aydır.. Hep yanımda oldu. Sorunlarıma "Ne yapacağız, ne yapmalıyız.." diye yaklaştı.. Etrafımda "Ne yapacaksın..." diyenler varken. Kardeşim benim. Sonra Asiye... Gamze.. Bu ikiliden korkulur zaten! Aman dedikodu üstüne dedikodular. Bi de.. Ya aslında bu ikiliyi yaşamak lazım. Her anları komedi. Çok iyi anlaşıyoruz. İyi ki varlar onlar da... Yavuz'um, delikanlım... Mert, Yavuz'un ekürisi ve klas adam... Sınıfım da çok iyi...

Hocalarım! Mehmet Sağnak! Üstad kod adlı kişi. Elleri öpülesi. Tek başına bir okul... Ne desem boş.. Mahmut hoca sonra! Ders kaydı yapmamıştım okula gittim danışmanımı bulmaya... Bulamayınca sordum, sorduğum kişi de Mahmut Hoca'ydı... Selamladı beni, bölümümü sordu... Gazetecilik okuyan diğer sınıflardan arkadaşlar vardı, onlarla tanıştırdı beni... Çok sıcak davrandı. Konu üniversite ve akademikler olduğu zaman ürperirdim ama bütün ön yargılarımın kırıldığı andı o an.
Eylem hoca sonra.. Danışman hocam ve medya derslerine gelen hocam... Hep olumlu. Tek kelime ile nitelenenebilen nadir insanlardan. "Pozitif"
Cemil Hocam. Haber merkezinin Clark Kent'i... Çok başarılı olacağına eminim. Şu an araştırma görevlisi. Sürekli yardımcı ve öğretici. Ayrıca çok iyi bir insan.

Aslında "okul" ayrı olarak yazılası bişey... Hayatımın en güzel dönemi... İnsanları... Bir çok şey barındırıyor içinde. Duygusal da bir boyutu da var tabi...

2009 bunları getirdikleri bunlar. Götürdüğü de dolu şey var. Ama onları düşünmemek lazım yeni bir sayfa açmaya 15 gün varken. =))

Hamlet!

Bugün okula gitmedim. İstinye Park'a çıktım kitap almak için...
Fırat'ı alacaktım, bi de Hamlet'i fakat Fırat kalmadı dediler, bende Kabalcı'ya geçtim ama orda da yoktu... Ama Hamlet'i buldum!
Harika!
Tavsiye ederim!

14 Aralık 2009 Pazartesi

ehe ehe ne biçimde bilemedin.. kulağına köpek dolsun, öyle kaka çiş denmez, günah

En bombası !
Aynen böyleydim.
Azından öpmüş mü!


Şu an en iyi arkadaşım o. Ne zaman üzülsem ona dönüyorum... Açıyorum arşivdeki dergilerimi, bakıyorum tek tek.. Telefonda ekranımda var... Dersler taklidini çizmeye çalışıyorum... Umut Sarıkaya ve Alpay Erdem okuma amacından sonraki amacım o... Hatta dergiyi aldığımda ilk onu açıyorum... İnanılmaz replikleri var...
İnanır mısınız, aramızda acaip bir duygusal bağ var... Sarılıp içime sokasım geliyor, o derece!

Biraz da repliklerinden eklemeliyim, böyle kuru kuru fotoğrafla olmaz!

-dün düşmüş çükü..bizim düşmesin yaaaa supaneke aminn
-he he ne biçim de bilemedin, görükmez adam zaten görükmez öbürkünü yamultur he he..
-ekmek atsak yermi?
-bura senin değil ki Allah'ın
-şaka komedisi yapmıştım ama
-kulağına köpek dolsun senin ne biçimde konuşuyorsun öle çiş bok denmez ki günah
-en birinci benim
-dayıı dayıı... kaç araba geçmişizdir ki biz sürdüğünden beri arabayı. en birinci olmuş muyuzdur.. bi kere ben kullanayim mi
-bokun kırılsın. ne biçim de bilemedin.

13 Aralık 2009 Pazar

Bir sırrı açıklar gibi konuşmak istemem ama...

Bir sırrı açıklar gibi konuşmak istemem fakat çok rahatsızım bu durumdan...
Sen, sen ve sen... Senin yanındaki de... Ben de... Hiçbirimiz istediğimiz gibi hayatımızı yönetemiyoruz, isim koyamıyoruz, istediğimizi yapamıyoruz...
Çok felsefik ama hiç aklımdan çıkmaz.. Olduğu gibi yaşayamadığımızdan şikayetçiyim...
İlk insana göre yaşıyoruz hepimiz. Kurallarla çevrildik. Örtüldük. Yasaklandık.
Sen tanımazsın. Ben hiç tanımam...

Mesela bir kadın çıktı, "Aşk acısı en kötü şeydir." dedi... Öyle mi peki? Belki de aşkın üzüntüsü, adı "üzüntü" olmasaydı en güzel şey olarak yaşanacaktı...

"Kaka pis kokar..." böyle alışmadık mı? Çok ucuz bir örnek ama umrumda değil! Belki de çok güzel... Hep ilk bakanın gözünden baktık. Sen mesela, kaç kere değerlendirdin bir evrensel duyuyu, inanışı, yaşanmışı...

Mesela ilk örneği çok sevindi çocuğu olunca... Ya o üzülseydi doğumdan sonra, bugün sevinecek miydik? Hayır!

Ihlamur hp kış içeceği midir?
Yemek yerken aynı anda çay içilemez mi?
Ya yeni doğan bebekleri 40ları çıkmadan dışarı çıkartsalardı?
İlk adamın güdüleri olmasaydı, ilk kadınla yatacak mıydı?
Sokakta sevişseydi herkes... Konu komşu yanında olsaydı onların, bugün biz onları izlemeyecek miydik sokakta?
Düğünlerde davul zurna çalmasaydı...
Babalarımız, annelerimiz ya işe geceleri gitseydi, gündüzleri uyusaydı...
Şarabı yapan adam içine şeker koysaydı, tatlı niyetine içmeyecek miydik...
Gitarı bulan adam onu çalmak yerine sırtına takıp duvara sürtseydi kendini ses çıkartmak için? Bugün tüm konser mekanlarında duvarlar olmayacak mıydı...

Olacaktı...
Sıkıldım evrensel kurallardan, insanları taklit ederek yaşamaktan...

Çok yazmak istedim...

straight run apart from the team

Hamlet'ten...

İnanıyorum söylediğini candan söylediğine
Ama bugünkü karar yarın bozulur çok kez
Kendi kendimize verdiğimiz sözü tutmak
En çabuk unuttuğumuz şeydir ne yapsak


Mademki bu dünya bile yok olucak birgün
Sevginin bitmesine insan neden üzülsün
Aşkmı kaderi kovalar kadermi aşkı?
Daha kimseler çözemedi bu bilmeceyi

10 Aralık 2009 Perşembe

Bir fahişe ile... Sabaha karşı...

Kızıl dumanlı, sarkık kollu gecelerden birisiydi. Taksim dönüşü gayet yorgun ve uykusuzluğunu sırtına almış bir adamdım. İstiklal'in başlarına yaklaştığımda yaşamaktan çok sıkıldığımı farkettim.
Sonra hapşurdum... Günlerdir çektiğim, sabahları pijamamın koluna sildiğim burnum, hapşuruğumu tutmak için zorlandığımda resmen basınç komasına girdi. İşte o an, yirmi senedir atması için herşeyi yaptığım kalbimden vazgeçtim ben... Bir an için gözlerimi kapadım, gördüklerim çok güzeldi gerçekten... Bir duvara yaslanmışım, burnumdan ve ağzımdan kanlar boşalıyor. Ambulanslarda Sezen Aksu çalıyor, hiç siren duymuyorum. O an yalvarıyorum Allah'a hayatımda gördüğüm güzel anları gözümün önüne getirsin diye, yapmıyor. Belki de kendisine kızgın olduğum için. Suratımı asıyorum, yağmur başlıyor...
Belkide o bi kaç damla kendime gelebilmem için yapılmıştı özel olarak...
Etrafıma bakınırken ''özel'' sıfatını barındırabilecek birşeyler görmek istedim. Bir fahişenin yanına gittim. Hiç çekinmedim bu sefer. Çünkü ne olduğunu saklayan insanlardan daha ''onurlu'' geldiler gözüme...
''Kan'' düşündüm, sordum kendisine; ''Nasılsın bugün ?'' yüzüne baktım, gözlerinde ve bembeyaz teninde polis arabalarının sirenlerini gördüm. O ritme uygun şekilde baktı gözlerime, ''Hayat işte...'' dedi. Bir sigara uzattı, aldım, o yaktı; bir nefes çekip kızaran ucuna baktım. Yere savrulan küllerine de o... Hep böyledir zaten, hayatları paramparça olanlar, paramparça olan şeylerden alamazlar kendilerini...
Bitirdik sigaralarımızı, tahta binadan içeriye girdik. Tahta, geniş ama fazlasıyla kıvrımlı eskimiş vernikli merdivenlerden hayattan öcümüzü alır gibi sert sert basarak çıkıp bir odaya geçtik.
Yatağa oturdum ve sırt çantamdan bir şişe şarap çıkarttım. Yarımdan biraz fazla vardı, ilk o davrandı ben ağzıma götüremeden. ''Nasılsın..?'' dedim sanki ilk gibi. ''Herkesinki biri bir hayat işte..'' dedi.
O sıra kalkmış ve pencereye yürüyordum. Herkes fahişeydi gözümde. Arkamdaki kadın sevgilim. Gece lambası yandıktan sonra bir de kibrit sesi duydum çekmecenin kapanma sesi arkasından. Yaktı, baktı, kokladı, konuştu... ''Uyursun, en güzel yerinde uykunun kapı çalınır, bilirsin değil mi ? Ben öyleyim anam işte !'' dedi. Nefes... Nefes... Nefes... ''Son treni kaçırdım ben çoktan'' dedi. ''Nedir ki son tren ?'' dedim. ''Cennet'' dedi.
Cennetin varlığına inanıp inanmadığımı sorgulayıp, cennetin ve cehennemin bu hayatta yaşandığını içimde teyit ettikten sonra döndüm hayatıma tekrardan...
Camın önündeyim, arkamdan sardığı elleriyle yeşil gömleğimin düğmelerini açmaya başladı. Elini tuttum, sustuk... Saçlarımı kokladı. Harikaydı. Yoktu o güne kadar böyle bişey...
Sezen'i düşündüm. Hayatımın kadını ! ''.. Ben senin gözlerinin, yalan dolan bakışlarını bile sevdim... Ben sana bir annenin, evladına duyduğu hisleri besledim... Ben senin bal gözlerinde dört kısa günde bilsen neler neler gördüm...'' İçimden şarkılar gidenin gelenin boş durmadığı sabaha karşı doğal olarak grileşen otogarlar gibiydi. Gözlerimiz hep uykulu, hisler uykusuzluktan sızmış, kanlar dolusu kusarak ölmek istiyorum... O gece bişey olmadı... Sarıldık uyuduk. Sabah parasını gece lambasının anahtarının altına koydum, giyindim, çıkarken duydu sesimi... ''Bana bir şey daha öğretebilir misin?'' dedim.
Perdeden gelen ışık parçalarının eklemleri yüzünde dağılıyordu. Hüzün katıyordu. ''Gerçek fahişelerden asla korkma, olur mu ?'' dedi. Kapıyı arkamdan kapattığı andan itibaren Sezen Aksu hariç, milyonlarca fahişenin arasına bıraktı beni. Yürüdüm. Üşüdüm.

Uzak!

'Gerçekten' üzülüp hayal kırıklığına uğradıktan sonra sönüyor mu basitçe yangının senin? Benim sönmüyor...


Uzak dur!

9 Aralık 2009 Çarşamba

İzin ver!

Yıkasım var...!
Dökesim ardı sıra herşeyi...
Yalanlardan yollar yapmak istiyorum aydınlatacak kendi etrafını...
Yürümek istiyorum ortasında gözlerim hiç kararmadan... Rüyalardan sıkıldım, gerçeklerine dönmek istiyorum o güzelliklerinin...
Sıkılmadan anlatmak bir de içimde doğmaya yeltenip boğduğum herşeyi arka arkaya hiç durmadan!
İçimdekileri peşim sıra dökesim var anlayacağın... Anlayacağın öyle ama anlamamakta ayak direyeceğin şey işte...
Duymak istemediklerini söylemek istiyorum... Peşinden koşarak, her an yer yerde bir adım arkanda olarak savunduğum şeyin peşinden koşmak yine!
''Seni seviyorum'' demek istiyorum... Bu aşkı isyanlara bağlayıp ölesim var bir kaldırım taşı üzerinde ağzımdan kan boşalırken!!
Davam gibi sevmek istiyorum seni güzel sevgilim, izin ver buna... Yakın-uzak ayrımlarından öte içimde soyutlaştırarak ve kalıplara sokarak sevmek istiyorum seni! Bana izin ver! Sen bana izin verirsen eğer, bu aşkı her yalana rağmen sürdürebilmek inancı kazanacağım!

Söz veriyorum!



17 Ağustos 2008'de esmiş gelmiş...

8 Aralık 2009 Salı

7 Şehit daha...

Hastayım. Moralim zaten bozuk... Bu hafta içi sınavlarım var, üstelik okula gidemedim... İnsan hasta olduğu zaman iyi şeyler olsun istiyor etrafında ama, dün televizyonu açınca gerçekten çok üzüldüm... Rüyama girdi gece, uçuk çıktı dudağımda, burnumun üzerinde! Benim gibi niceleri varken siyasileri nerede bu ülkenin!
Ülkedeki iktidar partisi bir "açılım" masalı tutturdu, 40 bin kişinin katili APO'ya yat almaya kadar gitti! Hatırlarsınız, Zaman Gazetesi yazarı Mümtaz Türköne'de "Osmanlı'da daha çıkan ağaları paşa yapar eyaletlere koyardı, Apo'yu hapisten çıkaralım, paşa yapalım, Antalya'ya turistlerin yanına koyalım..." demişti. Kesinlikle AKP-Zaman Gazetesi arasındaki fikir birliğini ispatlamak için kendmi yormayacağım çünkü zaten bu bilinen bişey... "Yandaş" medyanın en sağdık kanadıdır kendileri!!

En başta haberi alınca şöyle değerlendirdim. Herşeyi ABD'den bilen koministlerden değilim ama Amerika'nın bizden asker istemesi, bizim de "göndermeyiz" restimize karşı bir uyarı gibi geldi bu. Başbakan zaten Obama'nın yanında... Sakın bir tezkere kararı çıkarsa yakında şaşırmayın! Özellikle PKK'ya silahı ve mühimmati Amerikan tankları taşıyor, silahları Amerikan malı, bombaları vs.. diyen paşalar, subaylar, askerler şimdi neredeler ? Ya görevden alındılar, ya tutuklandılar... Bunların hepsi diplomasi işleri, bu konuda da uzman falan değilim ama böyle öngörüyorum...

Asıl önemli mesele, ölen askerlerdir bence. (Aslında tıpkı bunları yapanların istediği gibi diğer bir çok şeyin üzerini kapatıp kendi kanayan yaramıza dönüyoruz)
Bir Türk genci düşünün.. Askere gidene kadar okuyor, 21-22 yaşında asker oluyor. Evlenmiş mi? yok! Çoğu daha bir kız eli bile tutmadı, bir çocuk sevemedi! Evlenenler mi? Daha kötü... Ağlayan bir eş, öksüz çocuklar... Ne olacak o aileler?
Bir şehidin babasını düşünün ne kadar üzülür... Ya ana yüreği! Ya kardeşleri, akrabaları... 1 ölen askerin arkasından aslına bakarsanız onun yakınlar olarak en çok 50-60 kişi üzülüyordur. Dün Tokat'ta 7 can verdik! 400 vatandaşımızın yüreği kan ağlıyor şu an! Dövünüyolarlar! Onlar öldüler, biz iyi olalım, rahat uyuyalım diye... Aynı Nefes filminde söylediği gibi komutanın, "Yine olsa, yine gönderirim oğlumu askere" diye ağlıyorlar...

Çok yazık... Çok üzücü... Bazen insan o kadar çaresiz kalıyor ki, hareket bile edemiyor değil mi? Biz de öyleyiz...

Hatırlayın ama önceyi, 7-8 sene öncesini hatırlayın, var mıydı bu kadar ölü!
Var mıydı bu kadar kan, gözyaşı!
Kriz vardı belki, belki açtık ama mutluyuk!
Şerefini savunan başkbakan nerede şimdi! Neden iptal etmedi gezisini de gelmedi şehitlerin cenazelerine! Seçimden seçime kömür, bulgur dağıtıp, insanlara kendi parasıyla köfte-ekmek ısmarlayan adam nerede!
Millet aç gezerken kebapçı açılışına giden bakanlar, siz neredesiniz!
Bu kadar ölüm, iç sorun, gözyaışı, kan varken, nerede onurlu içişleri bakanı!
Nasıl oturuyor o koltukta! Bu yaptığınız ayıptır! Günahtır!

7 Aralık 2009 Pazartesi

Boğaz... Ortaköy...




Madem yazamıyorum, foto ekliyorum... :)

-----------

Ateşim 39 derece... Nefes almakta zorlanıyorum.. Bİşeyler yazmak istiyorum ama zor..
Kendinize dikkat edin, hasta olmayın sakın!

5 Aralık 2009 Cumartesi

Süper bir geceydi... Süper...

Dün bu hayat en güzel günlerinden birisini yaşadı. Okulun terasında bir parti vardı, ordaydık... Kızlardan Didem, Buse, Buçğe, Zeynep, Duygu, Cansu vardı... Erkek tayfası, Murat, Umut, ben... Gece ilerledikçe sayımız azaldı.. En sonunda kemik kadro ile Umut'un evine geçtik... Ozan ve Batu sınava çalışıyolardı ama elimizdeki torba torba içkileri görünce vazgeçtiler. Oturduk başta, sohbet edildi, gülündü eğlenildi... Sonra Zeynep'e bize kanun çalmasını rica ettim, kırmadı sağolsun... Dam Üstüne Çul Serer, O yar gelir, Benzemez Kimse Sana, Dalgalandım da Duruldum... Hepsini söyledik... Ve daha neler neler... Gerçekten süper bir geceydi... Saat 3 gibi kızları evine bırakacaktık... Çok iyi hatırlıyorum, birisi tutmasa yürüyemeyeceğim düz... Kafamın içinde "Haydi Gel İçelim" çalıyor. Neyse, yoldayız işte... Murat'la bi plan yaptık... Batu amatör telsizci ve elinde telsizi var. Önden Umut'la yürüyolar, aramızda da en fazla 5 metre mesafe var... Yoldan adam çevirip kimlik soruyolar, biz onlara yaklaşınca da bizi çeviriyolar... Zaten kafamız güzel... Komserim komserim bırak gidelim falan... Süperdi. Taksiye gitti bir ara, burda bekleme yapma, burası savcılık dedi... Adam bastı gitti. Eve bi geldik, saat 05:20... Sabah uyandım, saat 10... Umut hala PES oynuyo...Kalktım eve geldim... Bu arada hastayım yaaa... Boğazım yanıyo... Annem hasta çorbası yaptı. Bi de ıhlamur... Keyfim yerinde hastalık dışında..

Dün çok güzeldi dediğim gibi...

Bazen güzel oluyor yani..

1 Aralık 2009 Salı

Ah güzel çocukluk... İşte ordan bir hatıra...

Kuzenlerim geldiği zaman "özellikle" sokağa çıkmamızı istemezlerdi sokak sakinleri. Biz de inadına çıkardık ve heryeri dağıtırdık.
10 yaşındaydım ve semt pazarında soğuk su satıyordum. Kahverenginin üzerinden kaçtığı tuhaf renkli brandalar, çatısındaydı pazarın tabiri caizse.
Pazarcılar ürünlerini satmak için ne kadar yüksek sesle bağırıyorlarsa biz de aynı şekilde bağırıyorduk: "Buuuzz gibi sooooğuk sudaaan içeeen!"
İki tane kristalli cam bardağımız vardı. Bir sürahimiz. İçinde her daim yüzen buzumuz vardı. Sürahiyi ananemlerden alırdık çünkü pazara en yakın onun eviydi.
En çok su alan sürahi ise en sevdiği sürahiydi. Kaçırırdık. Birgün yine su satarken benim yaşlarımda sapsarı saçlı bi kız geldi. Altın rengiydi. Kuzenimin de benim de gördüğüm belkide en "farklı" kızdı. Hemen o yöne hızla yönelip sesimi yükselttim. O sırada da peşimden kuzenim kristal bardak ile geliyordu. Sürahi bendeydi çünkü patron bendim. Bir bardak su doldurup uzattım. Saçından koyu sarı dalgalı elbisesini sarllaya sallaya sırtını döndü. Tek eli annesinin pazar arabasındaydı. Annesine ve ayakkabısına baktığımda sadece görkemli olanın onlar olduğunu gördüm. Bir seviye farkımız yoktu. İzlediği yabancı dizilerden öğrendiğini düşündüğüm bu "asilzade" tavır, ona bişey kazandırmaktan çok kaybettiriyordu gözümde. Fazla ısrar etmedim, dönmeye kalktım. O sırada kuzenim elinde bardağı ile kalçasıyla ileri ittirip önüme geçti. Düşmek üzereydim. Bu hareket onu çok güldürmüştü. İkisi de bana gülüyordu. Sinirlendim ve sinirimi açıkça belli ettim. Ona vuramazdım, kuzenimi çektim kolundan sertçe. O'da dengesini kaybetti ve düşmemek için kendisini zor tuttu. Bir pazar yerinde, bir kız yüzünden, para kazandığımız şeyi boş yere harcayarak birbirimizi kırdık. Sinirle dönüp gittim. Arkamdan birinin peşimden koştuğunu duyuyordum. Omzuma dokunuldu, döndüm...
İlk kez kuzenim bana vurdu. Bir pazar yerinde üstelik. üstelik yüzlerce insanın içinde. Sinirden sürahiyi ve tek bardağı yere attım ikisi de kırk parça oldu. Aynı şekilde kuzenimin bardağının kırıkları da benim kırdıklarımın içine karışmıştı. Elimizde bişey kalmamıştı. Bir kız yüzünden önce birbirimizi çekemedik sonra da kavga ettik. Ben onu, o da beni Arnavut kaldırımlardan yuvarladı. Yara bere içinde kaldık. Pazarcılar bizi ayırdığında öfkeden çatacak belki de tek kişi olduğu için o kıza bakındım. Yoktu. Evet yoktu. Herşeye sebep oldu ama şimdi ortada yoktu. Daha da sinirlendim. Ananemin sürahisini ve iki kristal işlemeli bardağını kırdık. ikimiz de birbirimizi suçlayarak gerisin geriye eve dönüyorduk ve yapacak bişey arıyorduk sürahi ve bardaklar için. Ananemin bahçesine oturduk. Eski ve çöpe atılmış bir bavul gördüm. Sonra ite kaka önüme kuzenimi katarak çarşıya doğru yürümeye başladık. Bavul bana bir fikir vermişti. Ananemin sürahisinin aynısını bulmak için bir kaç yer dolandık ve bulduk. Pahalıydı ve paramız yoktu. Saate göre de pazarın tam boşalmaya başldığı zamanlardı. Yeni bir sürahi ile su satmaya kalksak yetişemeyecektik. Dönüşte Eskici İsmet'in dükkanına uğrayıp araba cantlarının fiyatını sorduk. "Ne yapacaksınız ki?" dedi. "Dedemde var da bozdurmak istiyoruz." dedik. Biz İsmet amca ile konuşurken kuzenim bir ona bir bana bakıyordu. Ne düşündüğümden haberi yoktu. Bir "gurbetçinin" üstelik buraları bilmeyen bir "gurbetçinin" aklı böyle şeylere çalışmazdı. Neyse, bavulu aldık, sahil yolunun üzerinde gördüğümüz arabaların cantları çıkanları bir güzel çıkartıp bahçede bulduğumuz eski bavulun içine doldurup bozdurmaya götürdük. "Ben Ekrem'e sorarım bakalım neden bozduruyor bunları.." dediğinde İsmet amca sözünü kesip: "Ananem de çalınmış diyecekmiş, dedem ne bulsa bahçeye getiriyor ananem söylemesin aldığını dedi" dedim. Mantıklı buldu onayladı. Hayatımın ilk hırsızlığıydı. Ve son tabiki. Neyse, Züccaciyeci Murat'ın dükkanından sürahiyi alıp döndük. Bardakların kırıldığını söyledim ve söz verdim yenisini alacağıma. Aradan on sene geçti, geçen gün ananeme gözümün iliştiği bir mağazadan altılı bardak aldım kristal işlemeli. Hemde bu hikayeyi anlatarak verdim. E bide yeri gelmişken "yazayim" dedim...

Gökmen tuhaf, Gökmen yorgun...

Okul başladığı için sanırım tekrar hayatı boşlamaya başladım. Hayattan kastım nedir, bilmiyorum aslında... Okulda gayet aktifim... Bugün durduk yere bi röportaj aldım, geldim deşifre ettim, yazdım teslim ettim falan filan.... Geçen sene tekrar eden arkadaşlarım geldiler ana kampüse, oturduk sohbet ettik.. Ama ne bileyim işte... Bazen o kadar çok yazmak istiyorum ki anlatamam... Ama olmuyor işte. Ne kötü değil mi? Sanırım bir hikaye yazmam lazım... Olmadı günlük tarzı ama yorulduğumdan başka bişey yazamıyorum nedense... Çok kötü. Neyse, umuyorum ki düzelir herşey. Zaten bu aralar çok kötü değil. Kiiii dünüm süper geçti. Teşekkürler bu arada...

Gökmen inzivada, görüşrüz yakında... Yarın falan, olmadı bu gece...